Yuval Noah Harari’nin Tehlikeli Popülist Bilimi

Yuval Noah Harari’nin Tehlikeli Popülist Bilimi

Eserleri çok satan yazar, yetenekli bir hikaye anlatıcısı ve popüler bir konuşmacı. Ancak bilimi, sansasyonalizme feda ediyor ve çalışması yanılgılarla dolu.

“Sapiens: İnsan Türünün Kısa Bir Tarihi” adlı çılgınca başarılı kitabın yazarı Yuval Noah Harari’nin videolarını izlerseniz, ona en hayret verici soruların sorulduğunu duyacaksınız:

  • “Bundan yüz yıl sonra hala mutlu olmayı umursayacağımızı düşünüyor musunuz?” (Kanadalı gazeteci Steve Paikin, “TheAgendawith Steve Paikin” programında.)
  • “Yaptığım iş hala geçerli mi ve geleceğime nasıl hazırlanabilirim?” (Antwerp Üniversitesi’nde dil öğrenimi gören bir öğrenci.)
  • “Sapiens’in sonunda şu soruyu sormamız gerektiğini söylüyorsunuz: ‘Neyi istemek istiyoruz?’ Peki, sizce neyi istemeyi istemeliyiz?” (“Milliyetçilik vs. Küreselleşme: Yeni Siyasi Bölünme” başlıklı TED Konuşması’nda bir izleyici.)
  • "Siz Vipassanameditasyonu yapan birisiniz. Bu size (ilahi) güce yakınlaşmada yardım ediyor mu? Güce yakınlaştığınız yer orası mı?” (2018 India Today oturumundaki moderatör.)

Bu karşılaşmalarda Harari’nin tarzı tatlı dilli hatta utangaçtır. Ara sıra iyi huylu bir şekilde geleceği görme gücüne sahip olmadığını söylese de ardından canlı bir şekilde, sahip olup olmadığını merak ettiğiniz bir otoriteyle soruyu yanıtlamaya devam ediyor. Harari, Paikin’e bundan yüz yıl sonra insanların muhtemelen yok olacağını ve dünyada sayborglar ve yapay zeka gibi farklı varlıkların yaşayacağını söylüyor ve “bu varlıkların ne tür bir duygusal veya zihinsel yaşama sahip olacağını” tahmin etmenin zor olduğunu öne sürüyor. Üniversite öğrencisine de çeşitlilik tavsiyesinde bulunuyor çünkü 2040’da iş piyasası çok değişken olacak. TED Konferansı’nda da “gerçeği bilmeyi istemeyi istemeliyiz” diye duyuruyor. Harari, India Today oturumunda sorunun saçmalığı karşısında tebessüm bile etmeden “Vipassana meditasyonunu gerçeği daha net görebilmek için uyguluyorum” dedi. Hemen sonra sözlerini detaylandırdı: “Eğer kendi nefesimin gerçekliğini 10 saniyeliğine gözlemleyemiyorsam, jeopolitik sistemin gerçekliğini gözlemlemeyi nasıl umabilirim?”

Eğer henüz kaygılanmadıysanız şunu dikkate alın: Harari’nin peşinden gidenler arasında dünyadaki en güçlü insanların bazıları bulunuyor ve kadim kralların kahinlerine gittiği gibi onlar da ona gidiyor. Mark Zuckerberg, Harari’ye insanlığın teknoloji ile birlikte daha mı birleşik yoksa daha mı parçalanmış hale gelip gelmediğini sordu. Uluslararası Para Fonu’nun (IMF) idari direktörü ona doktorların gelecekte Evrensel Temel Gelir’e tabii olup olmayacağını sordu. Avrupa’daki en büyük yayınevlerinden AxelSpringer’ın CEO’su da Harari’ye gelecekte yayıncıların dijital dünyada başarılı olmak için ne yapması gerektiği sorusunu yöneltti. Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Kurumu (UNESCO) ona COVID’in uluslararası bilimsel işbirliği üzerindeki etkilerini sordu. Her biri, Harari’nin eksik hükümleri lehine kendi otoritesini yıktı. Ve bunu da alanlarındaki bir uzman için yapmadılar, birçok yönden ama en çok da bilim açısından bir düzenbaz olan bir tarihçi için yaptılar.

Zor zamanlardayız ve hepimiz kelimenin tam anlamıyla hayat ve ölüm hakkındaki sorulara yanıt arıyoruz. İnsanlar gelecekteki pandemi dalgalarından ve iklim değişikliğinden sağ çıkacak mı? Genlerimiz, hakkımızdaki her şeyi anlamanın anahtarını barındırıyor mu? Teknoloji bizi kurtaracak mı yoksa yok mu edecek? Bilge bir yol gösterici arzusu –basit, okunabilir ve emin yanıtlar sağlamak için birden fazla disiplin boyunca cesurca sekebilen bir çeşit peygamber- anlaşılabilirdir. Ancak bu gerçekçi mi?

Birçok kişiye göre bu sorunun yersiz olması beni korkutuyor. Harari’nin satış rekorları kıran kitabı Sapiens, kuyruksuz maymunlar olarak mütevazı başlangıcımızdan efendisi olduğumuz algoritmaların bizi tahtımızdan edip egemen olacağı bir geleceğe kadarki insan türlerinin kapsamlı bir destanı. Sapiens, İngilizce olarak 2014’te yayımlandı. 2019 itibarıyla 50’den fazla dile çevrildi, 3 milyondan fazla kopya sattı. (Eski ABD Başkanı) Barack Obama 2016’da CNN’de kitabı tavsiye ederken Sapiens’in kendisine tıpkı Giza Piramitleri gibi olağandışı uygarlığımız hakkında “bir perspektif hissi” verdiğini söyledi. Harari takiben iki çok satar daha yayımladı. 2017’de Homo Deus: Yarının Kısa Bir Tarihi ve 2018’de 21. Yüzyıl İçin 21 Ders. Toplamda kitapları dünya genelinde  23 milyon kopyadan fazla sattı. Harari dünyada en çok aranan entelektüel olduğunu iddia edebilir, her yerde sahneleri şereflendirebilir, her konuşmasında yüz binlerce dolar kazanabilir.

Harari bizi gerçeğinin ya da ilminin gücüyle değil hikaye anlatıcılığıyla baştan çıkardı. Bir bilim insanı olarak, karmaşık konuları çekici ve isabetli bir hikaye anlatımına çevirmenin ne kadar zor olduğunu biliyorum. Aynı zamanda bilimin ne zaman sansasyonalizme kurban edildiğini de biliyorum. Yuval Harari benim “bilim popülisti” dediğim kişi (Kanadalı klinik psikolog ve YouTube gurusu Jordan Peterson bir diğer örnek). Bilim popülistleri, basit ve duygusal açıdan ikna edici bir dille sansasyonalist iplikleri bilimsel “hakikatlerin” etrafına dokuyan yetenekli hikaye anlatıcılarıdır. Anlatıları büyük oranda şüphe ve nüanstan arındırılmıştır, bu onlara yanlış şekilde bir otorite havası verir ve mesajlarını daha da ikna edici kılar. Siyasi emsalleri gibi bilim popülistleri mezenformasyon kaynağıdır. Kendilerini yanıtlara sahipmiş gibi sunarken sahte krizleri teşvik ederler. İyi anlatılmış bir hikayenin cazibesini anlarlar; bıkıp usanmadan izleyici kitlesini genişletme peşinde koşarken, temelde yatan bilimin ün ve etki arayışı içinde çarpıklaşması umurlarında olmaz.

Bugün ve bu çağda iyi hikaye anlatıcılığı daha gerekli ancak özellikle bilime gelince hiç olmadığı kadar riskli. Bilim, tıbbi, çevresel, yasal ve diğer birçok kamusal kararı olduğu kadar ne hakkında tedbirli olacağımız ve hayatlarımızı nasıl sürdüreceğimiz konularındaki bireysel fikirlerimizi etkiler. Önemli toplumsal ve bireysel eylemler, etrafımızdaki dünyayı en iyi şekilde anlamamıza bağlıdır. Hepimizin evindeki salgın hastalık ve iklim değişikliğiyle en kötüsü henüz yaşanmadan bu ihtiyaç şimdi her zamankinden daha fazla.

Popülist Peygamberimizi ve onun gibileri ciddi bir incelemeye tabi tutmanın zamanı geldi.

Bu şaşırtıcı olabilir, ancak Yuval Harari'nin çalışmasının olgusal geçerliliği bilim insanları veya büyük yayınlardan çok az değerlendirme aldı. Harari’nin kendi tez danışmanı olan ve onun “Rönesans Savaş Anıları: Savaş, Tarih ve Kimlik, 1450-1600” çalışmasına rehberlik eden Oxford Üniversitesi’nden Profesör Steven Gunn, eski öğrencisinin aslında doğrulama sürecinden kurtulmayı başardığına dair şaşırtıcı bir itirafta bulundu. New Yorker’ın 2020 yılındaki Harari profilinde Gunn, Harari'nin -özellikle de Sapiens kitabıyla birlikte-“Kimsenin ‘biz şu ya da bu parçanın yanlış olduğunu düşünüyoruz’ diyemeyeceği kadar büyük sorular soralım” diyerek uzaman eleştirisinin üstünden atlayarak ilerlediğini düşünüyor: “Hiç kimse, her şeyin anlamı ya da uzun bir dönem boyunca herkesin tarihi konusunda uzman değil."

Yine de her şeyi başlatan kitap Sapiens’deki bilgileri doğrulamak için şansımı denedim. Sinirbilim ve evrimsel biyoloji topluluğundaki meslektaşlarıma danıştım. Harari'nin hatalarının çok sayıda ve önemli olduğunu gördüm. Bu hatalar "kusur aramak" olarak görülemezdi. Kurgu dışı olarak satılsa da, anlatılarından bazıları gerçeklerden çok kurguya daha yakın –hepsi de bir bilim popülistinin belirtileri. Harari’nin türümüzün, örneğin aslanları aşarak, besin zincirinin en tepesine sıçraması hakkında yazdığı “Birinci Kısım: Bilişsel Devrim” bölümünü inceleyin:

“Gezegendeki büyük avcıların çoğu muhteşem yaratıklar; milyonlarca yıl süren hakimiyetleri sayesinde kendilerine olağanüstü derecede güveniyorlar. Sapiens ise adeta bir muz cumhuriyetinin diktatörü gibi. Daha yakın zamana kadar savandaki orta halli yaratıklar olduğumuz için hala korku ve endişelerle doluyuz, bu da bizi fazlasıyla zalim ve tehlikeli kılıyor.”

Harari şu sonuca varıyor: “Ölümcül savaşlardan çevre felaketlerine pek çok tarihsel kötülük, bu çok hızlı gerçekleşen sıçramadan kaynaklanıyor.” Bir evrimsel biyolog olarak şunu söylemeliyim: Bu bölüm tüylerimi diken diken ediyor. Bir aslanı kendine güvenli yapan tam olarak nedir? Gürültülü bir kükreme mi? Bir sürü dişi aslan mı? Sıkı bir tokalaşma mı? Harari'nin vardığı sonuç, saha gözlemlerine mi yoksa laboratuvardaki deneylere mi dayanıyor? (Metinde kaynakları hakkında hiçbir ipucu yoktur.) Kaygı insanları gerçekten zalim mi yapar? Besin zincirinin tepesine çıkmak için zaman ayırsaydık, bu gezegende savaş ya da insan yapımı iklim değişikliği olmayacağını mı ima ediyor?

Bölüm, Aslan Kral filminden sahneleri, heybetli Mufasa’nın ufka bakıp Simba'ya ışığın dokunduğu her şeyin onun krallığı olduğunu söylemesini akla getiriyor. Harari’nin hikaye anlatıcılığı, canlı ve ilgi çekici ancak bilimden yoksun. Ardından dil konusunu ele alın. Harari “(…) tüm kuyruksuz maymun ve maymun türleri dahil pek çok hayvanın sesli dilleri vardır.” diye iddia ediyor.

On yılımı bir Yeni Dünya maymunu olan marmosetlerin sesli iletişimi üzerine çalışarak geçirdim. (Bazen benimle iletişimleri, idrarlarını benim yönüme püskürtmeyi içeriyordu.) Doktoramı aldığım Princeton Üniversitesi Sinirbilim Enstitüsü’nde vokal davranışın evrimsel, gelişimsel, nöronal ve biyomekanik fenomenlerin etkileşiminden nasıl ortaya çıktığını inceledik. Çalışmamız, maymun iletişiminin (insan iletişiminden farklı olarak) nöral veya genetik kodlara önceden programlandığı dogmasını kırmayı başardı. Aslında, maymun yavrularının, insan bebeklerinin öğrenme şekline benzer bir şekilde, ebeveynlerinin yardımıyla “konuşmayı” öğrendiklerini keşfettik.

Ancak insanlarla tüm benzerliklerine rağmen maymunların bir “dili” olduğu söylenemez. Dil kurallara bağlı bir sembolik sistemdir. Semboller (kelimeler, cümleler, imajlar vs.) dünyadaki insanları, yerleri, olayları ve ilişkileri işaret eder. Ama aynı zamanda aynı sistemdeki diğer sembolleri de anımsatır ve gönderme yapar. (Örneğin diğer kelimeleri tanımlayan kelimeler). Maymunların uyarı çağrıları ve kuşlarla balinaların şarkıları bilgi iletebilir ama biz, Alman filozof Ernst Cassirer’in dediği gibi sembolik sistem edinimin mümkün kıldığı “gerçekliğin yeni bir boyutunda” yaşarız.

Bilim insanlarının dilin nasıl ortaya çıktığına dair birbiriyle rekabet eden kuramları olabilir ama Noam Chomsky ve Steven Pinker gibi dilbilimcilerden Michael Tomasello ve Asif Ghazanfar gibi primat iletişimi uzmanlarına kadar herkes, her ne kadar diğer hayvanlarda öncülleri bulunabilse de, dilin insanlara özgü olduğunda hemfikir. Bu, tüm dünyada lisans düzeyindeki biyoloji derslerinde öğretilen ve kolay bir Google aramasıyla bile bulunabilen bir ilke. Bilim insanı meslektaşlarım da Harari’ye karşı çıkıyor. Biyolog HjalmarTuresson, Harari’nin şempanzelerin “beraber avlandığı ve babunlar, çitalar ve düşman şempanzelere karşı omuz omuza savaştığı” iddiasının doğru olamayacağına dikkat çekiyor. Çünkü çitalar ve şempanzeler Afrika’nın aynı bölgelerinde yaşamıyor. Turesson “Harari muhtemelen çitalarla leoparları karıştırıyor” diyor. Belki ayrıntılara girmek, çitalar ve leoparlar arasındaki farkı bilmek o kadar da önemli değildir. Harari sonuçta insanların hikayesini yazıyor. Ama hataları maalesef bizim türümüze de uzanıyor.

Sapiens’in “Çağımızda Barış” bölümünde Harari, “şiddetin büyük oranda devletin yükselişi nedeniyle gerilemesini” tarihsel olarak tartışmak için Ekvador’un Waorani halkı örneğini kullanıyor. Bize Waoranilerin vahşi olduğunu çünkü onların “Amazon ormanının derinlilerinde ordusuz, polissiz ve hapishanesiz yaşadığını” söylüyor. Waoranilerin bir zamanlar dünyadaki en yüksek cinayet oranlarına sahip olduğu doğru ancak 1970’lerin başından bu yana görece barış içinde yaşadılar. 2015’te Waoranilerle zaman geçirmiş olan bir bitki genetikçisi Anders Smolka ile konuştum. Smolka, Ekvador yasalarının ormanda uygulanmadığını ve Waoranilerin kendilerine ait bir polisi ya da hapishanesi olmadığından bahsetti: “Mızraklamak hala endişe verici olsaydı, kesinlikle eminim ki bunu duymuş olurdum” diyor. "Bir eko-turizm projesi için gönüllü olarak oradaydım, bu yüzden misafirlerimizin güvenliği oldukça önemliydi." Burada Harari, ırkçı ve vahşiliğiyle meşhur polis devletimize duyulan ihtiyacı haklı çıkarmak için son derece zayıf bir örnek kullanıyor.

Bu ayrıntılar önemsiz görünebilir, ancak her biri Harari'nin yanlış bir şekilde güçlü bir temel olarak sunduğu şeyde parçalanan bir bloktur. Eğer üstünkörü bir okuma bu temel hatalar dizisini gösteriyorsa, daha kapsamlı bir incelemenin toptan inkarlara yol açacağına inanıyorum. (1)

Harari sıklıkla sadece geçmişimizi anlatmıyor; bizzat insanlığın geleceği hakkında kehanette bulunuyor. Elbette herkesin geleceğimiz hakkında spekülasyon yapma hakkı var. Ancak bu spekülasyonların geçerli olup olmadığını, özellikle de Harari gibi karar verici seçkinlerimizin ilgisine sahip bir kişiyse, öğrenmek önemlidir. Yanlış tahminlerin ciddi sonuçları vardır. Umutlu ebeveynleri yanlış yere genetik mühendisliğinin otizmi ortadan kaldıracağını düşünmeye yönlendirebilir, çıkmaz projelere çok büyük miktarda para dökülmesine yol açabilir veya bizi ne yazık ki küresel salgın gibi tehditlere karşı hazırlıksız bırakabilirler.

Şimdi Harari'nin 2017 tarihli Homo Deus: Yarının Kısa Bir Tarihi adlı kitabında küresel salgınlar hakkında söylediklerine bakalım:

“Sonuçta AIDS ve Ebola gibi doğal felaketlerle mücadelede ibre insanlığın lehine dönüyor. (…) Öyle ki insan türünü gelecekte tehlikeye atacak büyük salgınların, acımasız bir ideolojinin takipçisi insanların elinden çıkması işten bile değil. İnsanlığın doğal salgınlar karşısında çaresiz kaldığı çağ, muhtemelen sona erdi. Ne var ki o günleri mumla arayabiliriz.”

Mumla aramayı dilerdim. Onun yerine resmi rakamlara göre 6 milyonumuz COVID nedeniyle öldü. Bazı tahminler gerçek sayının 12-22 milyon arasında olduğunu söylüyor. Ve ister pandemiden sorumlu virüs olan SARS-CoV-2'nin doğrudan vahşi doğadan ister Vuhan Viroloji Enstitüsü'nden geldiğini düşünün, pandeminin “acımasız bir ideolojinin hizmetinde” yaratılmadığı konusunda hepimiz hemfikiriz.

Harari daha fazla yanılamazdı. Ama iyi bir bilim popülisti gibi, pandemi sırasında birçok televizyon programına çıkarak sözde uzmanlığını sunmayı sürdürdü. NPR’da programa katıldı ve “hem salgın hem de neticesinde oluşan ekonomik krizle nasıl başa çıkılacağı” hakkında konuştu. “Koronavirüs salgını sonrası ortaya çıkan kilit soruları” aydınlatmak için Christiane Amanpour’un programıyla devam etti. Ardından BBC Newsnight’da “koronavirüs hakkında tarihsel bir bakış açısı” sundu. Bir değişiklik yaparak Sam Harris’in podcast’inde bize COVID'in "gelecekteki etkilerini" anlattı. Harari ayrıca Sadeq Saba ile Iran Interntional, IndiaToday’in E-Oturum Korona Serileri’lerine ve bir dizi dünya genelindeki diğer haber kanallarına katılmak için zaman buldu.

Bir bilim popülistinin diğer bir temel özelliği olan sahte bir krizi teşvik etme fırsatını kullanan Harari, “deri altı gözetleme” (kuşkusuz endişe verici bir kavram) konusunda ciddi uyarılarda bulundu. “Bir düşünce deneyi olarak" dedi, "her vatandaşın günde 24 saat vücut ısısını ve kalp atış hızını izleyen biyometrik bir bilezik takmasını talep eden varsayımsal bir hükümet düşünün."Olumlu yanının bir hükümetin salgını birkaç gün içinde durdurmak için bu bilgiyi imkan dahilinde kullanabilmesi olduğunu söylüyor. Dezavantajı hükümete gelişmiş bir gözetim sistemi sunabilmesidir, çünkü "bir video klibi izlerken vücut sıcaklığıma, kan basıncıma ve kalp atış hızıma ne olduğunu izleyebilirseniz, beni neyin güldürdüğünü, neyin ağlattığını ve beni gerçekten çok kızdıran şey öğrenebilirsiniz."

İnsan duyguları ve bu duyguları nasıl ifade ettiğimiz öznel ve değişkendir. Duyumlarımızı yorumlama şeklimizde kültürel ve bireysel farklılıklar vardır. Duygularımız hakkında bağlamsal bilgilerden arındırılmış fizyolojik ölçümlerle anlam çıkarılamaz (eski bir düşman, yeni bir sevgili ve kafein, hepsi kalbimizin daha sert çarpmasına neden olabilir). Bu, vücut ısısı, kan basıncı ve kalp atış hızından daha kapsamlı fizyolojik ölçümler yapılsa bile geçerlidir. Hatta bu yüz hareketleri izlendiğinde bile geçerlidir. Psikolog Lisa Feldman Barrett gibi bilim insanları, uzun süredir inanılanın aksine, üzüntü ve öfke gibi duyguların bile evrensel olmadığını keşfediyorlar. Feldman Barrett, “Yüz hareketlerinin, bir sayfadaki kelimeler gibi okunacak içsel bir duygusal anlamı yoktur” diye açıklıyor. Bu nedenle, belirli bir anda sizin veya benim ne hissettiğimizi tahmin edebilecek teknolojik sistemler yaratamadık. (Ayrıca bu her şeyi anlayan, her şeyi bilen sistemleri asla inşa edemeyebiliriz.)

Harari'nin iddiaları bilimsel olarak geçersizdir, ancak ciddiye alınmalıdır. Meslektaşım, sinirbilimci Ahmed El Hady'nin dediği gibi, “Dijital bir panoptikonda yaşıyoruz.” Şirketler ve hükümetler bizi sürekli izliyor. Harari gibilerinin bizi gözetleme teknolojilerinin “bizi bizim kendimizi bildiğimizden çok daha iyi tanıyabileceğine” ikna etmesine izin verirsek, algoritmaların bizi kendimizden şüphe ettirecek şekilde manipüle etmesine izin verme tehlikesiyle karşı karşıya kalırız. Ve bunun, kimin istihdam edilebilir olduğuna veya bir algoritmanın sözde bilgeliğine dayanarak kimin güvenlik riski oluşturduğuna karar vermek gibi, gerçek dünyada daha kötü etkileri vardır.

Harari’nin spekülasyonları mütemadiyen zayıf  bilim anlayışına dayanıyor. Örneğin, biyolojik geleceğimizle ilgili tahminleri, gen merkezli bir evrim görüşüne dayanmaktadır, onun gibi tanınmış şahsiyetler nedeniyle (ne yazık ki) kamusal söyleme hakim olan bir düşünce tarzı. Böyle bir indirgemecilik, basite indirgenmiş bir gerçeklik görüşü geliştirir ve daha da kötüsü, tehlikeli bir şekilde öjeninin alanına sapar. Harari, Sapiens’in son bölümünde şöyle yazar:

“Neden Tanrı’nın tuvalinin başına geçip daha iyi bir Sapiens tasarlamayalım? Homo Sapiens’in becerilerinin, ihtiyaçlarının ve isteklerinin genetik bir temeli var, üstelik Sapiens genomu farelerinkinden daha karmaşık değil (fare genomu yaklaşık 2,5 milyar nükleobaz, Sapiens genomu 2,9 milyar nükleobaz içeriyor, fareninkinden sadece yüzde 14 daha büyük). (…) Genetik mühendisliği dâhi fareler yaratabiliyorsa, neden dâhi insanlar yaratmasın? Tek eşli tarla fareleri yaratabiliyorsa, neden partnerlerine sadık insanlar yaratmasın?”(2)

Genetik mühendisliği sihirli bir değnek olsaydı gerçekten uygun olurdu –hızlıca parmak şıklatmak, çapkınları sadık partnerlere ve herkesi Einstein'a dönüştürebilirdi. Ama ne yazık ki durum böyle değil. Diyelim şiddete başvurmayan bir tür olmaya çalışıyoruz. Bilim insanları, monoaminoksidaz-A (MAO-A) geninin düşük aktivitesinin saldırgan davranış ve şiddet içeren suçlarla bağlantılı olduğunu buldu. Ama "Tanrı'nın tuvalinin başına geçip daha iyi Sapiens tasarlamaya" (Harari'nin dediği gibi) cezbedilirsek, MAO-A etkinliği düşük olan herkes şiddet yanlısı olmadığı gibi, MAO-A etkinliği yüksek olan herkes de şiddete başvurmayan kişiler değildir. Aşırı derecede kötü davranışların olduğu ortamlarda büyüyen insanlar, genleri ne olursa olsun, genellikle saldırgan veya kavgacı olurlar. Yüksek MAO-A aktivitesi sizi bu kaderden koruyabilir ancak bu doğuştan değildir. Tersine Aksine, çocuklar sevgi dolu ve destekleyici ortamlarda büyüdüklerinde, düşük MAO-A aktivitesine sahip olanlar bile sıklıkla gelişirler.

Genlerimiz, bizi yaratan olayları yönetmek için doğru zamanda doğru ipleri çeken kukla ustalarımız değildir. Harari fizyolojimizi değiştirmek ya da insanları sadık ya da zeki olmaları için “tasarlamak” hakkında yazdığında bizi oluşturan pek çok genetik olmayan mekanizmayı atlıyor.Örneğin, bölen, hareket eden, kaderlerine karar veren, doku ve organlar şeklinde organize olan hücrelerin olduğu fizyolojimiz gibi değiştirilmez görünen bir şey bile sadece genler tarafından tasarlanmaz.1980’lerde bilim insanı J.L.Marx, Xenopus üzerinde (Sahra altı Afrika'ya özgü bir su kurbağası) bir dizi deney yaptı ve "sıradan" biyofiziksel olayların (hücrelerdeki kimyasal reaksiyonlar, hücrelerin içindeki ve üzerindeki mekanik basınçlar ve yerçekimi gibi) genleri açıp kapayabileceğini, hücrenin kaderine karar verebileceğini keşfetti. Hayvan bedenlerinin, genler arasındaki karmaşık bir danstan ve değişen fiziksel ve çevresel olaylardan kaynaklandığı sonucuna vardı.

Tadı ele alalım. Harari gibi birini okurken, örneğin yeni doğmuş insan bebeklerinin davranışlarına neredeyse tamamen genlerinin hükmettiğini düşünülebilirsiniz. Çünkü bebeklerin bahsedilecek neredeyse hiçbir “yetiştirilmesi” yoktur. Ancak bir araştırma, hamileliğinin son üç ayında çok fazla havuç suyu içen kadınların altı aylık bebeklerinin, havuç aromalı tahıl gevreğini diğer bebeklerden daha fazla sevdiğini gösteriyor. Bu bebekler havuç lezzetini severler ama “havuç sevme” genleri yüzünden değil. Anneler (biyolojik veya koruyucu) bebeklerini emzirirken yedikleri yiyeceklerin tadı anne sütüne geçer ve bebekleri bu yiyecekler için öncelik geliştirirler. Bebekler, yiyecek tercihlerini annelerinin davranışlarından “kalıtım yoluyla alırlar”. Nesiller boyunca Kore'deki yeni annelere kaselerce deniz yosunu çorbası içmeleri ve Çinli kadınlara da doğumdan hemen sonra zencefil ve sirkede pişirilmiş domuz ayağı yemeleri söylendi. Koreli ve Çinli çocuklar, "zencefil yiyen" veya "sirke isteyen" genlere ihtiyaç duymadan kültüre özgü tat tercihlerini kalıtım yoluyla alabilirler.

Bu modern dünyada, nerede yaşarsak yaşayalım, işlenmiş şeker tüketiyoruz. Uzun süreli yüksek şekerli bir beslenme, anormal yeme alışkanlıklarına ve obeziteye neden olabilir. Bilim insanları hayvan modelleri kullandılar ve bunun gerçekleştiği moleküler bir mekanizmayı ortaya çıkardılar. Yüksek şekerli beslenmeler, daha sonra tat nöronlarını yeniden programlamak ve tatlılık hissini azaltmak için gen ifadesini düzenleyen, hayvanları uyumsuz beslenme modellerine hapseden PRC2.1 adlı bir protein kompleksini aktive eder. Burada beslenme alışkanlıkları, gen ifadesini değiştiriyor, “epigenetik yeniden programlamanın” bir örneği, sağlıksız yiyecek seçimlerine yol açıyor.

Yetiştirme doğayı şekillendirir ve doğa da yetiştirmeyi şekillendirir. Bu bir düalite değildir; daha çok bir Möbius şeridi gibidir. “Homo Sapiens’in becerilerinin, ihtiyaçlarının ve isteklerinin” nasıl oluştuğu gerçeği, Harari'nin tasvir ettiğinden çok daha karmaşık (ve zarif!).

Genetikçiler Eva Jablonka ve Marion J. Lamb, Evrimin Dört Boyutu adlı kitaplarında bunu en hoş şekilde söylüyorlar:

“Maceraperestlik, kalp hastalığı, aşın şişmanlık, dindarlık, eşcinsellik, utangaçlık, aptallık ya da zihnin veya vücudun sergilediği herhangi bir özellik için ayrı bir genin var olduğu görüşünün genetik düzlemde yeri kalmamıştır. Psikiyatr, biyokimyacı ya da genetikçi olmayan (ama yine de genetikle ilgili meselelerde kendilerini dikkate değerbir rahatlıkla ifade edebilen) birçok bilimci hala genleri basit nedensel etkenler olarak gösterseler ve kendilerini dinleyenlere her türlü sorun için hızlı çözüm vaadinde bulunsalar bile, bu insanlar aslında bilgisi veya niyeti şüpheli olan propagandacılardan başka bir şey değildir.”

Harari’nin niyetleri gizemini korumayı sürdürüyor, ama onun biyoloji hakkındaki beyanları (ve gelecek hakkındaki kehanetleri) Larry Page, Bill Gates, Elon Musk ve diğerleri gibi Silikon Vadisi teknologları arasında yaygın olan bir ideoloji tarafından yönlendiriliyor. Algoritmaların bizi kurtaracağı mı yoksa yok mu edeceği hakkındaki görüşleri farklılaşabilir ama hepsi de dijital hesaplamanın aşkın gücüne inanıyorlar. Musk, 2020’de New York Times’a verdiği röportajda “Yapay zekanın insanlardan çok daha zeki olduğu bir duruma doğru gidiyoruz ve bence bu zaman dilimi bugünden itibaren beş yıldan az olduğunu düşünüyorum.” dedi. Musk yanılıyor. Algoritmalar (şayet yapıyorlarsa) kısa bir süre sonra tüm işlerimizi almayacak veya dünyayı ele geçirmeyecek ya da insanlığı sona erdirmeyecek. Yapay zeka uzmanı François Chollet’in algoritmaların bilişsel otonomi kazanma olasılığı hakkında söylediği gibi: “Bugün ve yakın gelecek için bu bilimkurgu malzemesi.”

Bilim popülisti Harari, Silikon Vadisi'nin anlatılarını tekrarlayarak -yine- sahte bir krizi teşvik ediyor. Daha da kötüsü, dikkatimizi algoritmaların gerçek zararlarından ve teknoloji endüstrisinin kontrolsüz gücünden uzaklaştırıyor. Homo Deus’un son bölümünde Harari bize “Veri Dini” diye yeni bir dinden bahseder. Onun “Dataistler” diye adlandırdığı bu dinin uygulayıcıları tüm evreni veri akışları olarak algılar. Tüm organizmaları biyokimyasal veri işlemcileri olarak görürler ve insanlığın “kozmik görevinin”, bizi kendimizi anlayabileceğimizden daha iyi anlayacak, her şeyi bilen, her şeye gücü yeten bir veri işlemcisi yaratmak olduğuna inanırlar.

Harari'nin öngörüsüne göre bu destanın mantıklı sonucu, algoritmaların hayatımızın tüm yönleri üzerinde otoriteyi ele geçireceği. Kiminle evleneceğimize, hangi kariyeri takip edeceğimize ve nasıl yönetileceğimize karar verecekler. (Silikon Vadisi, tahmin edebileceğiniz gibi, Veri Dini’nin merkezidir.) Harari, Dataistlerin sözlerini aktararak, "Onlar göre Homo sapiens köhne bir algoritmadan ibaret" diyor.

“Nihayetinde insanların tavuklardan ne gibi bir üstünlüğü var ki? Sadece, bilgi akışları tavuklarınkine göre çok daha karmaşık bir örüntü üzerinden sağlanıyor. İnsanlar daha çok veriyi absorbe edip, daha iyi algoritmalarla işleyebiliyor. Pekala, o zaman insana kıyasla daha fazla veriyi absorbe edip daha etkin işleyebilen bir bilişim sistemi oluşturduğumuzda, tıpkı insanın tavuktan üstün olması gibi, bu sistem de insandan üstün olmayacak mı?”

Ancak insan çeki düzen verilmiş bir tavuk değildir, hatta her bakımdan bir tavuğa göre mutlaka üstün değildir. Aslında tavuklar insanlardan “daha fazla veri absorbe edebilir” ve bunu en azından görme alanında “daha iyi işleyebilir.” İnsan retinasında kırmızı, mavi ve yeşil dalga boylarına duyarlı fotoreseptör hücreler bulunur. Tavuk retinalarında bunlara ek olarak mor dalga boyları (ultraviyole dahil) için koni hücreleri ve hareketi daha iyi takip etmelerine yardımcı olan özel reseptörler bulunur. Beyinleri tüm bu ek bilgileri işleyecek şekilde donatılmıştır. Tavuğun dünyası, idrak bile edemediğimiz bir renk gösterisidir. Burada anlatmak istediğim, bir tavuğun insandan daha iyi olduğu değil - bu bir yarışma değil - ama tavukların benzersiz bir şekilde "tavuk" olduğu, aynı şekilde bizim de eşsiz şekilde "insan" olduğumuz.

Ne tavuklar ne de insanlar yalnızca algoritmalardır. Beynimizin bir kütlesi var ve o kütle bir dünyada yer alıyor. Davranışlarımız dünyevi ve bedensel faaliyetlerimizden dolayı ortaya çıkar. Canlılar, sadece çevremizdeki veri akışlarını özümseyip işlemekle kalmıyor; evrimsel biyolojide “niş inşası” olarak adlandırılan bir süreç ile kendimizin ve birbirimizin çevrelerini sürekli olarak değiştiriyor ve yaratıyoruz. Bir kunduz ırmakta baraj yaptığında bir göl yaratır ve diğer tüm organizmalar da artık bu gölün bulunduğu dünyada yaşamak zorundadır. Kunduzlar yüzyıllarca dayanan sulak alanlar yaratabilir, soyundan gelenlerin maruz kaldığı seçilim baskılarını değiştirerek potansiyel olarak evrimsel süreçte bir değişime neden olabilir.

Homo sapiens rakipsiz esnekliğe sahiptir; çevremize uyum sağlama ve aynı zamanda onları değiştirme konusunda olağanüstü bir yeteneğimiz var. Yaşama eylemlerimiz bizi yalnızca algoritmalardan ayırmaz; algoritmaların kimi seveceğimiz, gelecekteki işlerimizde ne kadar başarılı olacağımız (3) veya bir suç işleyip işlemeyeceğimiz gibi sosyal davranışlarımızı doğru bir şekilde tahmin etmesini neredeyse imkansız hale getirir.

Harari kendisini objektif bir katip olarak şekillendirmeye özen gösteriyor. Bize kendisinin değil, Dataistlerin dünya görüşünü sunduğunu söylemeye özen gösteriyor. Ama sonra çok sinsi bir şey yapıyor. “Dataist dünya görüşü size eksantrik bir uç fikir gibi gelebilir ama aslında bilimsel kurumların çoğunu çoktan fethetti" diyor. ("Bilimsel kurumların çoğunu fethetmiş") Dataist dünya görüşünü nihai olarak sunarken, bize, insanların algoritmalar olduğunun "nesnel olarak" doğru olduğunu ve daha iyi algoritmalar tarafından verilen kararların pasif alıcıları olarak demodeleşmeye kaçınılmaz olduğunu söyler, çünkü insanlığımıza ayrılmaz bir şekilde bağlıdır. Bu fazla genel ifadeyi desteklemek için dipnotlarına dönersek, alıntı yaptığı dört kitaptan üçünün bilim insanı olmayanlar tarafından yazıldığını görüyoruz: Bir müzik yayıncısı, birtrend tahmincisi ve bir dergi yayıncısı.(4)

İnsanlığın kaderi hakkında önceden belirlenmiş hiçbir şey yoktur. Özerkliğimiz kozmik karma yüzünden değil, Google tarafından icat edilen ve Facebook tarafından mükemmelleştirilen yeni bir ekonomik model yüzünden aşınıyor - para kazanmak amacıyla bizi manipüle etmenin bir yolunu bulan bir kapitalizm biçimi. Sosyal bilimci Shoshana Zuboff, bu ekonomik modele “gözetim kapitalizmi” adını verdi. Gözetim kapitalisti şirketler -Google, Facebook, Amazon, Microsoft ve diğerleri- yaşamak, çalışmak ve oynamak için giderek daha fazla bel bağladığımız dijital platformları inşa ediyor. Çevrimiçi faaliyetlerimizi şaşırtıcı düzeyde ayrıntılı izliyorlar ve kârlarını en üst düzeye çıkarmak amacıyla davranışlarımızı etkilemek için bu bilgileri kullanıyorlar. Bir yan ürün olarak, onların dijital platformları, yaygın iklim inkarcılığı, bilim şüpheciliği ve siyasi kutuplaşma ile sonuçlanan yankı odaları oluşturmaya yardımcı oldu. Zuboff, düşmanı adlandırarak ve onu bir doğa gerçeği veya teknolojik kaçınılmazlık olarak değil, insanların bir icadı olarak nitelendirerek bize onunla savaşmanın bir yolunu sunuyor. Harari’nin aksine Zuboff, Silikon Vadisi’nde sevilen bir şahsiyet değil.

Ekim 2021’de Harari, Sapiens’in çizgi roman adaptasyonunun ikinci cildini piyasaya sürdü. Sırada bir Sapiens çocuk kitabı, sürükleyici bir deneyim ve Sapiens'ten ilham alan çok sezonlu bir TV şovu olan Sapiens Live var. Popülist Peygamberimiz, yeni takipçiler ve onlarla birlikte amansız yeni ün ve nüfuz dorukları arayışında.

Harari, hikaye anlatımıyla bizi baştan çıkardı, ancak siciline yakından bir bakış, bilimi sansasyonelliğe feda ettiğini, genellikle ciddi olgusal hatalar yaptığını ve spekülatif olması gerekeni kesin olarak tasvir ettiğini gösteriyor. Nadiren yeterli dipnotlar veya referanslar sağladığı ve fikirleri kendisininmiş gibi sunduğu düşünürleri (5) kabul etme konusunda oldukça cimri olduğundan, açıklamalarını dayandırdığı temel belirsizdir. Ve hepsinden daha tehlikelisi, gözetim kapitalistlerinin anlatılarını pekiştirerek, davranışlarımızı ticari çıkarlarına uyacak şekilde manipüle etmeleri için onlara ücretsiz bir geçiş hakkı veriyor. Kendimizi mevcut krizden ve önümüzden geçenlerden korumak için Yuval Noah Harari'nin tehlikeli popülist bilimini şiddetle reddetmeliyiz.

Darshana Narayanan

ÇEVİRİ: Keremcan Karabatak

DİPNOTLAR
1) Harari'nin çalışmasının olgusal geçerliliği konusundaki endişelerim, yazar Anand Giridharadas'ın çok satan bir başka kitap-Jared Diamond'ın Krizdeki Uluslar İçin Dönüm Noktaları- için yaptığı eleştiriye benziyor. Giridharadas Diamond'a "Eğer küçük ve orta boy şeylerde size güvenemezsek, 30 bin metrelik kitapların yazarlarının gerçekten güvenimize ihtiyaç duyduğu bir yerde yani büyük, kontrol edilmesi zor iddialarda size nasıl güvenebiliriz?" Giridharadas aynı zamanda kurgusal olmayan kitaplar için profesyonel doğruluk kontrolü ihtiyacına da işaret ediyor, ki bunun norm olmadığını öğrendiğimde şoke oldum.

2) Harari’nin 2017 tarihli kitabı Homo Deus: Yarının Kısa Bir Tarihi’nden benzer bir kısım: “Ölümcül genleri ıslah etmek bir kez mümkün olduğunda, tüm kodu yeniden yazarak geni iyileştirmek dururken neden yabancı bir DNA'yı aktarma zahmetine katlanalım ki? Sonrasında aynı mekanizmayı sadece ölümcül genleri ıslah etmek için değil otizm, zeka geriliği veya obezite gibi daha az ölümcül hastalıklardan sorumlu genleri iyileştirmek için de kullanabiliriz.”

3) Milyonlarca kişinin McDonald’s, Kraft-Heinz, Boston ConsultingGroup ve Swarovski gibi şirketlerdeki işler için taranmasına rağmen algoritmaların iş performansını tahmin edebileceğine dair hakem onaylı bir kanıt yok. Princeton Üniversitesi’nden bilgisayar bilimcisi Arvind Narayanan alenen algoritmik iş tarama hizmetleri sunan şirketlerin (ilk ikisi HireVue ve Pymetrics) “şarlatan olduğunu” söyledi.

4) Harari’nin alıntı yaptığı kitaplar: KevinKelly, WhatTechnologyWants (New York: Viking Press, 2010); CésarHidalgo, Why Information Grows: TheEvolution of Order, fromAtomstoEconomies (New York: Basic Books, 2015); HowardBloom, Global Brain: TheEvolution of MassMindfromtheBigBangtothe 21st Century (Hoboken: Wiley, 2001); ShawnDuBravac, DigitalDestiny (Washington: Regnery Publishing, 2015.).

5) Harari'nin yazılarına rastlayan sıradan bir okuyucu, tüm fikirlerin yalnızca ondan geldiğini düşünebilir, ancak Harari'nin düşünce çerçeveleri, genellikle ondan daha önce gelen diğerlerini anımsatır. Örneğin onun dini ve seküler ideolojileri PokemonGo oyunuyla karşılaştırması,Sloven filozof Slavoj Žižek'in 2017 tarihli kitabı Incontinence of theVoid: Economico-Philosophical  Spandrels ve daha önceki derslerinde yaptığı karşılaştırmasına esrarengiz bir şekilde benziyor. 2017 tarihli Homo Deus kitabında Harari, “dataizm” e tam bir bölüm ayırıyor ancak gazeteciler, Data-izm terimini ortaya atan kişi David Brooks'dan veya 2015’te Data-ism başlıklı bir kitap yayınlayan Steve Lohr'dan bahsetmiyor.

---

Metindeki kalın ve italikler: sirince.net