Siyonizm ve Filistin
Siyonizmin Özüne, Özüne Benzeyen Yüzüne, Yaratmış Olduğu Efsanelere ve Filistin'in Özgürlüğüne Dair
Dipnot Yerine:
Siyonizm, gerek yarattığı mitler, gerek oluşturduğu ideolojik çatı, gerekse de, pratiği bakımından; Asya’yı, Afrika’yı ve Amerika’yı sömürgeleştiren Batılıların ayak izlerini takip etmiştir, takip etmektedir.
Siyonist Hareketin başından beri amacı, “Siyonist Bir Devlet” kurmak olmuştur. Yahudi halkı ve bu halkın trajedisi ise, Siyonistler tarafından, toplumsal ve dayanak olarak kullanmıştır, kullanılmaktadır.
Siyonist efsaneye göre Siyonistler, “Topraksız Halk” olarak adlandırdıkları Yahudi halkının kurtarıcısıydılar ve bu halk adına, bu halka “Vaat edilmiş Kutsal Toprakları” yani Filistin’i Fetih’e girişeceklerdi. Efsane üretildi, senaryo yazıldı, oyuncular bulundu, hazırlıklar tamamlandı ve Filistin’in işgaline başlandı... İşgal halen devam ediyor. Ve tabii ki, Siyonist işgale karşı direnen Filistin Halkı’nın özgürlük yürüyüşü de.
Siyonizmin Seyir Defterinden Notlar
1840 yılında İngiltere, o tarihlerde henüz Osmanlı İmparatorluğu işgalinde olan Kudüs’te bir elçilik açar. Ve Lord Palmerston, “Britanya İmparatorluğu’nun yüksek çıkarlarını korumak” maksadından söz ederek, “Avrupalı Yahudi Yerleşim Kolonisi” kurma fikrini ortaya atar.
Siyonist hareket ise, bir taraftan Batılı egemen devletlerin desteğiyle Filistin’de Siyonist bir koloninin oluşturulması için planlar yaparken, bir taraftan da Filistin topraklarının Siyonist harekete bağışlanması maksadıyla Osmanlı Hanedanı’na bir plan sunar:
“Yüce Sultan bize Filistin’i verdiği takdirde biz de buna karşılık Türkiye’nin mali işlerini yoluna koyma görevini üstlenebiliriz. Orada barbarlara karşı ileri karakol rolü oynayacak bir uygarlık kurmalıyız.”
Öte yandan, Alman İmparatorluğu da Siyonist hareketin liderleriyle pazarlıklar yapmaktadır. Alman İmparatorluğunun şartı şudur: “Osmanlı İmparatorluğu himayesinde kurulacak bir İsrail devletinin temel işlevinin Filistin’deki direnişi (anti-sömürgeci) yok etmek ve bölgede Alman İmparatorluğunun çıkarlarını korumak olmalıdır.”
Birinci Emperyalist Paylaşım Savaşı’nın henüz başladığı 1914 yılında, daha sonraki yıllarda Dünya Siyonist Örgütü’nün başkanı olacak olan Haim Weizmann şu açıklamayı yapar: “Eğer Filistin İngiltere’nin nüfuz alanına girer de, İngiltere bu toprakları kendilerine açarsa, İngiltere’nin bölgedeki çıkarlarını ve bu çıkarlarının bir parçası olan Süveyş’in denetlenmesi görevini üstlenmeye hazırız.”
Siyonist liderliğin aradığı destek İngilizlerden gelir ve 2 Kasım 1917’de Balfour Deklarasyonu ilan edilir.
Balfour Deklarasyonu’nun özeti şuydu:
“Majestelerinin Hükümeti, Filistin’de Yahudi halkı için bir vatan kurulmasına sıcak bakmakta ve bu amaca ulaşmak için her türlü çabayı gösterebileceklerini belirtmektedir...”
Balfour Deklarasyonu’nun ilanında her ne kadarda İngiltere ve Birleşik Devletler’de ki Siyonist kapitalistlerin baskısı, bölgedeki İngiliz çıkarları ve kurulacak bir Siyonist devlet aracılığı ile Filistin halkının siyasi denetimi gibi faktörler rol oynadıysa da, bu sürecin bir önemli unsuru da İngiliz yönetimini Siyonist bir sömürge kurulması konusunda ikna eden İngiliz Savaş Kabinesi’nde Güney Afrika Delegesi olan Siyonist lider Weizmann’ın yakın dostu, geleceğin G. Afrika Başbakanı General Jan Smuts olmuştur. Siyonizm’in kurucusu Thedor Herzl’in Sömürge ideologu Sir Cecil Rhodes’e duymuş olduğu hayranlık, daha sonraki yıllarda G. Afrika Başbakanı olan General Jan Smuts ile Sonraki yıllarda Dünya Siyonist Örgütü’nün başkanı olan Weizmann arasındaki dostluk ve işbirliğinde vücut bulmuştur.
Ve bu dostluğun G. Afrikalı siyahların ve Filistinlilerin günlük yaşamlarına tercümesi ise, bir Apartheid sisteminin G. Afrika’da bir diğerinin ise Filistin topraklarında kurulması olmuştur.
Belfour Deklarasyonu ile birlikte açık start verilmişti ve plan hazırdı; kullanılacak yöntemde. Siyonistler, Filistinlileri dağıtabilmek için Sömürge ideologu Rhodes’in G. Afrika’da ve bir çok sömürgede kullandığı yöntemini kullanacaklardı. Öncelikli olarak ayrıcalıklı bir sömürge şirketinin kurulmasını uzun vadeli planlarının ilk adımı olarak açıklayan Thedor Herzl, şöyle devam ediyordu:
“...toprağın işlenmesi için ilk önce en yoksul Yahudiler Filistine göç ettirilmelidir. Planlamaya uygun olarak yolları, köprüleri, demiryollarını, telgraf şebekelerini inşa edecekler, akarsuları denetim altına alıp kendi meskenlerini kuracaklar. Onların emekleri ticareti, ticaret pazarları yaratacak, pazarlar da yeni göçmenleri çekecek.”
Bu planın yalnızca bir ayağıydı. Buna paralel olarak militarist birlikler oluşturuldu ve Filistinlilere yönelik terör ve katliam örgütlendi; amaç, o topraklarda Filistinlileri ve Filistinlilere ait ne varsa söküp atmaktı. Çünkü, Siyonist uydurmaya göre: “Filistin halksız bir topraktı.” Ve sonunda yüz binlerce Filistinlinin topraklarından sürülmesi yüzlerce Filistin köyünün haritadan silinmesi ve on binlerce Filistinlinin katledilmesinden sonra, 1948’de Batılı emperyalistlerin ve Stalin’in hükümranı olduğu Sovyet Rusya’nın onayı ile Siyonist İsrail Devleti kuruldu.
Siyonist İsrail Devleti Naziler Tarafından Katledilen Altı Milyon Yahudi’nin Mirasçısı Olabilir mi?
Şurası kesin bir gerçektir ki, Siyonizm’in, Yahudi halkıyla hiç bir tarihsel, duygusal ve maddi ortaklığı yoktur. Siyonizm, Yahudi halkını ve onun trajedisini kendi işgalci amacı için kullanmıştır hepsi bu.
21 Haziran 1933’de yani Naziler iktidar olduktan hemen sonra Almanya Siyonist Federasyonu Nazi Partisi’ne yolladığı destek mesajında şöyle diyordu:
“Irk ilkesini hayata geçiren yeni (Nazi) devletinin temelleri üzerinde kurulacak yapı içerisinde bizler de kendi topluluğumuza ayrılacak alanda Babayurdu (Fatherland) için elimizden gelen her türlü verimli faaliyeti sürdürmeyi umuyoruz.”
Ve Dünya Siyonist Örgütü Kongresi 1933’de Hitler´e karşı eylem çağrısını 43’e karşı 240 oyla geri çevirdi. Bununla da kalmadı, Alman ekonomisinin dar boğazda olduğu bir dönemde Nazi Almanyası’na yönelik Yahudi boykotunu kırma kararı aldı. Dünya Siyonist Örgütü, Yahudi boykotunu kırarak Alman mallarının Ortadoğu ve Kuzey Avrupa’da dağıtımını üstlendi. Siyonistlerin Nazi dostluğunun karşılığı olarak SS Güvenlik Servisi’nden Mildenstein, Siyonizm’e destek olmak için altı ay bolunca Filistin’de kaldı.
Hitler’in Propaganda Bakanı Joseph Goebbels 1934’de Der Angriff’e (Hücum) Siyonizmi öven on iki bölümlük bir rapor yazdı ve bununla da yetinmeyip bir yüzünde gamalı haç, öteki yüzünde de Siyonist David yıldızı bulunan bir madalyon sipariş etti.
1935 Mayıs’ında SS Güvenlik Servisi Başkanı Heydrich tarafından Yahudiler, “iyi Yahudiler” ve “kötü Yahudiler” olarak ikiye ayrıldı.
Heydrich, “İyi Yahudiler” olarak kategorize edilen Siyonistlere ilişkin Heydrich şunları diyordu:
“Kendilerine iyi dileklerimizle birlikte resmi desteğimizi de sunuyoruz.”
Siyonistler, “kurulacak olan devletin zulme uğrayan Yahudiler için bir sığınak olacağını” ileri sürdüler ama bu bir yalandan ibaretti.
Çünkü Naziler tarafından toplama kamlarına götürülecek Yahudilerin listesi Siyonist Dünya Örgütü’nün rehberliğinde hazırlanmıştır.
Naziler ile koordineli çalışan ve Dünya Siyonist Örgütü tarafından kurulan sözde “Yahudileri Kurtarma Komitesi” bir taraftan çeşitli ülkelerde Yahudilere sığınma hakkı verilmesine yönelik çağrılara karşı çıkarken, bir taraftan da Nazilerle birlikte kendi Siyonist planlarına uygun olmayan Yahudilerin listesini hazırlayarak onların ölüm kamplarına götürülmesine yardımcı olmuştur.
Örneğin Budapeşte’deki “Yahudileri Kurtarma Komitesi’nden Dr. Rudolph Kastner, Adolf Eichmann ile Macaristan’daki “Yahudi sorununu çözümlemek” üzere gizli bir anlaşma imzalamıştır. Anlaşmaya göre, kendilerinin ihtiyacı olan altı yüz Yahudi’ye yaşama hakkı verilmesi karşılığında geri kalan Yahudilerin yazgısı konusunda sessizlik sağlanacaktı.
Dünya Siyonist Örgütü, Nazi zulmü altındaki Avrupa Yahudilerinden yalnızca küçük bir azınlığı kurtarmıştır; bu küçük azınlık, mesleki bilgisi olan yetişkin elamanlar ve kapital sahiplerinden teşekkül etmekteydi.
Siyonist İşçi Davar gazetesi editörü Berel Katznelson Siyonizm’in ölçütlerini şöyle açıklıyordu:
“Alman Yahudileri Filistin’de çocuk doğuramayacak kadar yaşlıydılar, Siyonist bir sömürge oluşturmaya yetecek kadar mesleki bilgileri yoktu, İbranice bilmiyorlardı ve Siyonist değillerdi.”
Berel Katznelson’un açıkladığı ölçülerden dolayıdır ki, 1933’den 1935’e kadar göçmen kâğıdı almak için Dünya Siyonist Örgütü’ne başvuran Alman Yahudilerinin üçte ikisi reddedildi.
Özcesi; Siyonist İsrail Devleti, Naziler tarafından katledilen Yahudilerin mirasçısı değil, Yahudi jenosidinin ortağıdır. Çünkü kurucuları, milyonlarca Yahudi’nin ölüm kamplarına götürülmesinde Nazilerle işbirliği yapmıştır.
Siyonist Sömürgeciliğin Meşrulaştırılmasının Adı “Barış” Olamaz
Sömürgecilik ve Barış; bu iki kavramı yan yana düşünmek bile mümkün değildir. Ama gelin görün ki egemenler ve Filistinli işbirlikçi liderlikler, sömürgecilerle sömürgeleştirilen yaşamların barış içinde bir arada yaşayabileceklerine dair bir efsane yaratarak büyük bir çoğunluğu bu efsanenin peşine takmayı başardılar. Büyük bir çoğunluk “barış” düşü görmeye hazır olsa da, Siyonist işgalciler, Vladimir Jabotinsky’in 1923’de kaleme aldığı “Demir Duvar” adlı makalesinde dediklerinin daha iyi anlaşılmasını istercesine, bunun mümkün olamayacağını bir kez daha hatırlatmakta gecikmediler:
“ne şimdi ne de görünür gelecekte Araplar ile uzlaşmaya varmamız söz konusu bile olamaz. Her biriniz sömürgecilik tarihi üzerine az çok bir şeyler biliyorsunuz. Bir ülkenin, o ülkenin yerlisi olan insanların rızası ile sömürgeleştirilebileceğini kanıtlayan tek bir örnek gösterebilir misiniz? Böyle bir şey hiçbir zaman olmamıştır.
Kızılderililer sömürgecilerin iyisine de kötüsüne de aynı uzlaşmaz şiddetle direndiler. Çünkü nerede, ne zaman, hangi biçimde olursa olsun, sömürge olmak yerli bir halk için kabul edilemez bir şeydir. Biz Filistin’e karşılık ne Filistinlilere, ne de öteki Araplara hiçbir şey veremeyiz. Öyleyse gönül rızası ile anlaşamayız.”
Siyonizm’in Filistinlilere karşı yürütmüş olduğu katliama son vermesi ve “Barış” masasına oturması ancak ve ancak Filistinlilerin Filistin’de köle olarak yaşamayı kabul etmeleri ile mümkündür. Yani, Siyonizm’in ideologlarından Heilburn’un yıllar önce söylemiş olduğu bugün de geçerlidir:
“Filistinliler bu topraklarda köle olarak yaşamayı kabul edinceye kadar katliamı sürdürmeliyiz.”
Siyonizm kendisini ve yaptıklarını bu kadar açık ifade ediyor olmasına rağmen, “Barış” adı altında, ABD’nin hamiliğinde Filistin’in sömürgeleştirilmesi süreci meşrulaştırılmaya çalışılıyor. Ve bu sürece Filistin cephesinde hiçte küçümsenmeyecek bir kitle destek veriyor. “Barış” sürecine alkış tutanlar cephesinde uluslararası devrimci çevrelerin oluşu ise, trajik olan bu durumu daha da dayanılmaz kılıyor.
Siyonist sömürgeciliğin varlığını tanımak, tarihe “Barış” olarak kayıt düşülmek isteniyor. Bu “Kutsal Barış” çığırtkanları hep bir ağızdan şu teraneyi dillendiriyorlar: “İsrail Devleti’nin varlığının tanınmasına karşılık, İsrail’de Filistin’in varlığını tanısın.”
Önerilen, bir Filistin Bantustanına karşılık Siyonist sömürgeciliğin meşru kabul edilmesidir. Bu, işgalin tamamlanmasından, taçlandırılmasından başka bir şey değildir. Bu kabul edilemez bir durumdur. Çünkü bu, işgali meşru kabul etmek demektir. Siyonizm’in amaçlarını meşrulaştırmaktır. Yani, Siyonist lider Ben Gurion’un 1938’de ifade ettiği rüyasının gerçeğe dönüşmesidir:
“Devlet, Siyonizm’in gerçekleşmesi için bir aşama olacak sadece; görevi de yayılmamızı sağlamak olacak ve tabii
lafla değil, makineli silahla.”
Emperyalizmin ve onun bir parçası olan Siyonizm’in, bölgedeki varlıkları sürdüğü müddetçe barış mümkün değildir. Barışın olabilmesinin tek koşulu; varlıkları savaş anlamına gelen Emperyalist ve Siyonist sömürgecilerin imhasıdır. Barışı sağlayacak olan güç ise, ne emperyalizm, ne Siyonizm, ne petrol şeyhleri ne de işgalci Batılıların kapalı kapılarının ardında “Barış” dilenen ulusal liderliklerdir. Barış, Filistinli yoksulların ve kaderini onların kaderine bağlayanların zafere kadar savaşmaları ile mümkündür.
Elias Nin
Kaynak kitap: Ralph Schoenman, Kardelen Yayınları