Ser Verip Sır Vermeyen Yiğit...
O, TKP/M-L VE TİKKO kurucusu ve önderiydi. Adı: İbrahim Kaypakkaya
O, TKP/M-L VE TİKKO kurucusu ve önderiydi. Adı: İbrahim Kaypakkaya
Yaşam: 1949'da doğdu. 18 Mayıs 1973'de Diyarbakır'da işkencede katledildiğinde 24 yaşındaydı.
1949 yılında Çorum'da doğdu. İlkokulu bitirdikten sonra Hasanoğlan Öğretmen Okulu'na girdi. Burayı bitirdikten sonra istanbul Çapa Yüksek Öğretmen Okulu'na başladı. Aynı zamanda İstanbul Üniversitesi Fen Fakültesi-Fizik Bölümü öğrencisi olan Kaypakkaya, sol düşüncelerle burada tanıştı. Mart 1968'de Çapa Fikir Kulübü'nün kurucuları arasında yer aldı. Çapa Fikir Kulübü'nün başkanı olan Kaypakkaya, 6. Filo'ya karşı bildiri yayınladığı gerekçesiyle Kasım 1968'de okuldan atıldı.
FKF ve TİP içinde ortaya çıkan ayrışmada MDD kesiminde yer aldı. İşçi-Köylü gazetesinin istanbul'daki bürosunda çalışan Kaypakkaya, Aydınlık ve Türk Solu dergilerine yazılar yazdı. Aydınlık içinde meydana gelen ayrışmada D. Perinçek'in başını çektiği PDA saflarında yer aldı. 1972 yılına kadar PDA (TİİKP) saflarında çalıştı ve DABK üyesi olarak görev yaptı. Bu tarihte PDA ile yolları ayrıldı. D. Perinçek ve çevresinin revizyonist ve oportünist olduklarını söyleyen Kaypakkaya, ayrılık sonrasında TKP/ML-TİKKO'yu kurdu.
TKP/ML faaliyetlerinin yoğunlaştırıldığı Dersim bölgesinde mücadele ederken, 24 Ocak 1973'de Vartinik mezrasında devletin resmi zor güçleri tarafından sarıldı. Çatışma sırasında Ali Haydar Yıldız şehit düşerken, Kaypakkaya yaralı olarak çatışma alanından uzaklaştı. Ancak beş gün sonra kendisinin kaldığı köydeki bir öğretmenin ihbarıyla yakalandı. Dört ay süren işkencelerde hiçbir şeyi kabul etmedi ve bu işkenceler sonucu 18 Mayıs 1973'de şehit düştü.
Onun işkencedeki kararlı tutumu tüm devrimciler için bir örnek olmuştur.
Ateş... İyimserlik... Yeni ve Kültür
'Aşkı anlatabilsem
Sana hüznü
evrenle akranım
çarmıha gerdiler beni
erişilmez bir zirvenin pusu
göz pınarlarının süsüyüm
kayan bir yıldız
kuruyan bir çiçek
kanayan bir yüreğim
ben de yaktı ateşi Promoteus'
Ateşi ilk Promoteus buldu- ya da tanırlardan çaldı- bu insanlığın gelişme aşamasında yeni bir kültürdür, Yeni Kültürdür... İnsanları, evlerini, yuvalarını, yurtlarını, insanlığın ortak mülkü doğal zenginlikleri yakan ateşin soysuzları vardır. Ateşin soylu çocukları var, Mazlum gibi. Cunta sonrası, Diyarbekir zindanında yılgınlık var. Mazlumun bedeni yılgınlığa direnen bir ateş, yeni kültür ateşi oluyor. Onu Dörtler-Ferhat, Necmi, Eşref, Mahmut- izliyor. Dörtler, bedenlerini alevler sararken haykırıyorlardı “Ateşi yakın ateşi... Su dökmeyin... Su döken haindir...”
Bu yeni bir kültürün haykırışıydı. Yıl 1982 17 Mayıs... O gün, bir başka yönüylede çok anlamlıdır. Yıllar önce bir 17 Mayıs'ta İbrahim Kaypakkaya, yine Diyarbekir'de ser verip sır vermemiştir. İbrahim'in tavrı ve “sonu” coğrafyamızda poliste nasıl direnmeli kültürünü yaratmıştır. Diyarbekir Zindan'ından fışkıran ateşler söndürülemedi. Bugün her biri ateş parçası on binler, dağlarda sadece karlar değil, küllenmeye yüz yutmuş yürekleri de yeniden ısıtıyorlar.
Yıl 1982, yine Diyarbekir'de Hayri, Kemal ve Ali'nin açlık bedenlerini tüketirken onlar “Yaşamı o kadar çok seviyoruz ki uğrunda ölmesini bilecek kadar” diyorlar. Bu engin coşku, fedakarlık ve öne atılma ruhuyla donanmış onbinler, en kötü şartlara, açlığa rağmen dağlarda savaşıyor ve Nasıl Yaşamalı büyük sorusunu derinleştirip yeni kültürü daha da geliştiriyorlar.
Yıl, 1984... Onursuzlaştırma, kişiliksizleştirmenin simgesi yapılmak istenen tek tip elbiseye karşı sürdürülen ölüm orucunda Metris'te Mehmet Fatih, Abdullah, Haydar'ın, daha sonraları diğer devrimciler, onbirler, Ayşe İdil'in gül bedenleri soldular, ama geleceği ve yeni kültürü yeşerten tohumlar oldular.
"Karamsarlık çözülmektir,
Karamsarlık yabancılaşmadır,
karamsarlık alçalmadır
Çürüyüş, tükeniştir karamsarlık
“Birleşiyor saflar
atıldık öne
dedik ki
sadece bakmak değil
görmek de elimizde
ve henüz söylenmemiş
en güzel şarkılar
dilimizdedir
ve açlar
ve çıplaklar
ve oruspular
ve güçsüzler
ve işsizler
ve zavallılar ordusu
yani özcümlesi
alçalma içinde
alçalmaya isyan halindedirler”
Sen evreni zapteylemeye çıkmışsındır. Anlatılması değil ama anlaşılması güç bir “yaratıksın”... Her an her yerde “alınabilirsin”... “Alanları” fazla önemseme, çünkü “öyle coşkudur ki bu/ bir durakta/ iki öte yürüyoruz...”
“dinle gönlümün minik sultanı
biz ki zaptedilmez çoşkuların kralı
eğer bir gün
yitirirsen izimi
bulacağın adres
Emniyet Sarayı...”
İçerisindedir belki de artık sevdiğini bekliyorsun...
“Neyleyim bir tanem
Neyleyim o baş koyduğum özgürlüğü
Senin yanında
dilerim,
ellerim hep ellerinde hapsolsun!
Eğer insanlığın sırrına ermişsen...
En büyük insanlık suçu ne ki sana...
“Dinle beni işkencecim
ne evveliz
ne ahiriz
başı göklere eren
ayakları yere değen şövalyeleriz
elimizde aşk
zaptedeceğiz evreni...”
Bir kış günü zindandasın belki...
Seni ısıtacak çok şey vardır.
Unutma!
“Çok köprülü sular gibi
git git bitmez
ve erimez
ve erimez sanılırdı zaman
bugün keyifteyim
kapı gıcırtısına oynayacak kadar
Namluların gölgesinde
hor gözlerin arasında
zemherinin ortasında
erittik zor demiri
kör kilidi
ve dört duvarı
kolların sıcaklığında...”
Bak, belki günlerden “Ekim”dir. İçerdesindir, soylu bir yaş gününde...
“Hani dört suvar fısıltılarında
hani dışarı düşmüş demir gölgesinde
boy verip yaşayanlar derler ya
yürekteki çığlığı umutla bastırıp usulca
senle sensiz bir 'yaş'ta daha
kirpiklerimde yüreğim
dökülen sevinçte olsa...”
Öyle yürüyoruz ki tükenmeyiz kırmak ile...
“Aklın özgürlüğüdür
yüreğin susuşundandır
çılgınlığımız
Suyu boğamadılar
daha fazla zapt olunamadı güneş
ve olamadı henüz durağanlık
hareketle eş
günden güne
aydan aya
yıldan yıla
bir ulu çınar sabrıyla çoğalacak soyumuz.
İyimserlik bir kültürdür,
Yeni iyimserdir.
Yeni kültür geçmişten devraldığı büyük mirasla direniş ve isyan ateşlerinde doğuyor ve gelişiyor.
Gökhan Harmandalıoğlu