Muhafazakârlık, Kutuplaşma ve Linç Üzerine

Muhafazakârlık, Kutuplaşma ve Linç Üzerine

Bir toplumda görüş ayrılıkları, hatta çatışmalar kaçınılmazdır zira kendi içinde çatışma gerektirecek çelişkiler barındırır. Başka türlü gelişme olmaz, toplumun lokomotifi bu çelişkiler ve çatışmalardır.

Tehlikeli olan, çelişkisinin bile farkında olmayan toplulukların kutuplaşmasıdır; burada çatışma değil, baskı altına almak, susturmak, en nihayetinde de linç esastır.

Kamplaşmış toplulukların tek doğrusu olur, karşı tarafın “A” dediğine “B” demek. Değişmek, değiştirmek değil, tutulan siperin koşulsuz savunulması esastır.

Ne söylenenle değil, kimin söylediğiyle ilgilenilir. Mesela Kılıçdaroğlu’nun söylediği bir sözün altına Erdoğan’ın imzası atılsa, AKP kitlesi tarafından alkışlanır. Kılıçdaroğlu, ülkücülüğe övgüler dizdiğinde, bozkurt selamı verdiğinde onu alkışlayan kitle, aynı şeyi Erdoğan yapınca, “tam da kendisine yakışanı yaptı, sonunda aslına döndü” diyor.

Aynı şey Kürtlerde de mevcuttur: Barzani’nin söylediği bir sözün altına Öcalan imzası atılsın, taraftarları onda bir hikmet arar.

Tabii ki ben onların yanında ölümlü bir insanım, kıyaslamak yanlış olur ama örnek teşkil etmesi akımından bu hadsizliği yapıyorum: Mesela benim yazıp da her gün olmadık hakaretlere kalmama sebep olan fikirleri Demirtaş ifade etse; taraftarları onu omuzlarında taşır. Öcalan diyecek olsa, taraftarları; “Biz zaten başkanın taktik yaptığını, bağımsız Kürdistan fikrinden vazgeçmediği” biliyorduk” diyerek sevinç gözyaşları döker.
Nedeni şudur: Doğu toplumlarında esas olan bilinç değil, bağlılık, tapınma, liderin yanılmazlığına ve kurtarıcılığına olan inançtır.

“Bu parti yanlıştır” diyecek olsanız, alacağınız cevap şu olur: “En azından iş yapıyor, siz ne yapıyorsunuz? Örneğin AKP için bunu sıkça diyorlar: “Çalıyorlar ama iş de yapıyorlar!” 

Örneğin PKK çizgisini konuşuyoruz: “Onlar savaşıyorlar, siz ne yapıyorsunuz?” karşılığı veriliyor; savaşın neye, hangi siyasete hizmet ettiği kimsenin umurunda değil.

Dışarıdan bakıldığında gerek Kürtler, gerekse de Türkler oldukça politize topluluklar olarak görünüyor ama değil. Bir partinin aktif taraftarı olmak, sokakta onun için mücadele etmek ile politize olmak aynı şey değil. 

Bir topluluğun politize olabilmesi için nesne olmaktan çıkıp özen olması; yani siyasetin oluşturulmasında, onun denetlenmesinde, savunduğu siyasetin kendi varlık (ulusal, sınıfsal vb.) nedeniyle uyumlu olup olmadığının bilincinde olması gerekir. 

Buradan sormuş olalım: “HDP, Kürtlerin haklarını savunuyor” diyen kaç kişi HDP’nin parti programını okumuştur?

Toplumun en eleştirel kesimini oluşturması gereken sosyalistlere soralım: “Bir başkasını, örneğin Troçkistleri anti Marksist ilan etmeden önce kaçınız Troçki’nin kitaplarını okudunuz?

İçimizden kaç kişi, Marks’ın temel eserlerini okuyarak Marksist olduğumuzu ilan ediyoruz?
Devrimci örgütlere soralım: Taraflarınızı sizin Marksist bulmayıp da “karşı devrimci, revizyonist” ilan ettiğiniz fikirleri de okumaya teşvik ediyorsunuz?

Devrimci partinin görevi, özne olarak kabul ettiği kitleye siyasi bilinci taşımaktır; lakin bizdeki devrimci örgütler (birkaçı hariç), kontrol ettikleri kitlenin siyasi bilince ulaşmasının önüne duvar örüyorlar. Sorgulayan, çok yönlü okuma yapan yerine, örgüt fikrini koşulsuz kabul eden taraftarı, üyeyi “makbul” sayıyorlar.

Bütün topluluklarda esas olan, önce dokunulmaz bir kutsal, doğru edinmek, kendi varlığını onun varlığı üzerinden anlamlı kılmak, sonra da kanının son damlasına kadar onu savunmaktır.

Hal böyle olunca da bu alana yönelik her türlü olumsuz düşünce bir saldırı, tehdit olarak algılanıyor.

Mesele bir fikri savunanın çok ötesinde, varlık nedeninin korunması olarak algılandığından, gösterilen tepki de buna uygun oluyor.

Kişilerin bu derece reaksiyoner olmalarının nedeni, düşünceye olan inanç değil, inançsız kalma korkusudur. Bu, siyasi bilinçten yoksun, insanın ilkel halinden kalma bir tepkidir; bir tür yaşamda kalma refleksi.

Her farklı düşünenin düşman, her eleştirinin saldırı olarak algılanmasının, linç eyleminin gündeme gelmesinin nedeni budur. Saldırı gibi gözüken bu davranış, aslında bir savunma refleksidir.

Muhafazakârlık kutuplaşmaya, bu da er ya da geç linç etmeye götürür; bunların panzehri ise bilinçtir, siyasal bilinç. Bu da en başka şüpheyi gerekli kılar; doğrudan şüphe duymadan doğruya ulaşmak mümkün değildir.

Elias Nin
27-09-2023