Maria Suphi, Bir Direniş Öyküsü
"Kenan Karabağ'ın MARİA SUPHİ Bir Direniş Öyküsü adlı romanını okurken daha önce paylaştığım, Maria Suphi'nin Çömlekçi'deki konakta "misafir" edildiği cümlesinin ne kadar içi boş, aynı zamanda gerçekleri çarpıtan bir cümle olduğunu gördüm. Bunun için öncelikle özür dilerim. Kitaptan yaptığım bazı alıntılar, bu misafirliğin, işkence ve tecavüzden başka bir şey olmadığını gösteriyor. İlgililerin okumasını öneririm.
KİTAPTAN ALINTILAR:
"Kafilenin peşinden gelen kalabalık arada bir askerlerin arasından sıyrılarak arabalara doğru taş ve sopa atmaya devam ediyordu. Hava iyice kararmıştı. Çömlekçi Limanı’na yaklaştıklarında, “Komünistlere ölüm, hıyanet-i vatanlara ölüm!” bağırışları iyice artmıştı. Maria Suphi öfkeli bir şekilde peşlerinden gelen kalabalığa bir kez daha döndü. Yumruğunu havaya kaldırdı. Türkçe olarak, “Sizden ve sizi üstümüze salanlardan korkmuyoruz!” diye bağırdı. Arabalardan, “Yaşasın sosyalizm!” sesleri yükseldi. Kalabalığın öfkesinin iyice doruğa çıktığı bir zamanda Mustafa Suphi “Enternasyonal Marşı”nı bağıra bağıra söylemeye başlayınca tüm yoldaşları ona eşlik etti. Arabalara taş yağmur gibi yağmaya başladı." (...)
"Maria Suphi de motora binerken darp edilenler arasındaydı. Yüzüne aldığı darbe sağ yanağını olduğu gibi morartmıştı. 'Ben hâlâ kurtulduğumuz kanaatinde değilim. Bunlarda oyun bitmiyor. Tam bitti dediğimiz anda yeniden başlıyor. Bu motor işi de bana düzmece gibi geliyor. Askerlere neden başıbozuk kıyafeti giydirmişler anlayamadım. Tüfeklerinin ucuna süngü takılı, üstümüze saldıracaklarmış gibi bakıyorlar bize. Sandıklarımıza el koydular. Hiçbir cevap vermiyorlar. Sanki her an bir şeyler olacak gibi bir his var içimde...'" (...)
"Hocanınoğlu Hasan Kaptan, yerde baygın yatan Maria Suphi’yi motoruna yüklerken, Palabıyık İbrahim teknesini açığa demirleyerek orada beklemeye başladı. Mustafa Suphi ve yoldaşları Karadeniz’in derin sularında kaybolmuşlardı. Suyun üstünde hâlâ kanları görülüyordu."
"Ortalık sakinleşinceye kadar bir süre uzaklara gidin. Onlardan geriye bir tek bu kadın kaldı. O da reisimiz Yahya Kâhya’nın malıdır. Onu sağ getirmemizi emretti. Biraz hırpalandı. Bu kadar bir dersi de alması lazımdı. Bize ne emrettilerse onu yaptık."
"Maria Suphi odanın ortasında kımıltısız bir şekilde yatıyordu. Boğazı ve yüzü morluklar içindeydi. Sarı mantosunda yoldaşlarının kanı duruyordu. Bedeni tecavüze uğramıştı. Ve artık tek başınaydı. Uyanması saatler aldı. Kendine geldiğinde gözü yeniden kan içindeki sarı mantosuna ilişti. Gözlerinden birkaç damla yaş döküldü. 'Ağlamak sana yakışmaz,' dedi. Yerde duran mantosunu giydi. Yerinden doğrularak var gücüyle, 'Senden korkmuyorum!' diye bağırdı. Olanca gücüyle kapıyı yumrukladı. Yahya Kâhya yattığı yerden fırlayarak hışımla Maria Suphi’yi kapattığı odaya doğru gitti. Kilitli kapıyı açarak üstüne hücum eden kadına rastgele vurmaya başladı. Koruması Mustafa’yla birlikte ellerini ayaklarını bağlayarak yatağın demirlerine bir kolundan zincirlediler.
Maria Suphi boğuşma sırasında aldığı darbelerle yeniden olduğu yere yıkıldı kaldı. Yahya Kâhya hırsla odadan çıkıp gitti. 'Bu kadın başımıza bela olmazsa iyidir. Onu da öldürsem daha rahat ederdim. Ama komünistlere bir ders de vermeli. Malımızı mülkümüzü elimizden alacaktınız ama bakın ne oldu? Biz sizin karılarınızı bile elinizden alırız. Artık anlayana. Dayak cennetten çıkmadır, bu da alışır. Yoksa onun da canını almak benim için çocuk oyuncağı. Kayıklarla denize az insan dökmedim. Devlet arkanda oldu mu sırtın hiçbir zaman yere gelmez. Burada biz de devlet kadar güçlüyüz. Kahpe, ‘Senden korkmuyorum,’ diye bağırıyor. Dur bakalım, bu daha iyi günlerin, ben sana yapacağımı biliyorum. Yarın Cabbar’ı dikeyim başına, üç öğün dayak ye de aklın başına gelsin. Bana kafa tutacak daha anasının karnından doğmadı. Hele bir kadın...' Yahya Kâhya’nın bütün uykusu kaçmıştı. Mustafa’yı çağırdı. 'Bu kadın hâlâ bağırıyor, ağzına tıkaç koyun. Bu daha iyi günleri, ben ona yapacağımı biliyorum,' dedi. Odanın içinde bir o yana bir bu yana gezindi durdu. Yeniden Mustafa’yı çağırdı."
"Girer girmez, 'Seni kahpe seni!' diye bağırdı. Kanlı elbiseleriyle duran Maria Suphi’ye birkaç kere vurdu. “Katiller, ahlaksızlar, ırz düşmanları! Bu yaptığınız yanınıza kalmayacak, sen de bir gün belanı bulacaksın,” diye karşılık alınca iyice sinirlendi. Odanın içini bağırtı ve feryatlar kapladı. Mustafa’yla Cabbar’ı çağırarak, “Bunu zincire vurun, kaçmaya kalkışırsa sıkın kafasına,” dedi. Odadan hızla çıktı. Yan tarafa geçerek bir süre daha Maria’nın bağırışlarını dinledi. Odada yeni bir boğuşma başlamıştı. Sonra ses seda kesilince kanepenin üzerine bıraktı kendini. “Bu kadın sonunda kendini öldürtecek,” diye söylendi. Mustafa’yla Cabbar odasına gelince, 'Bana sofra hazırlayın. Yine akşamımız berbat oldu. Biraz içersem belki sinirlerim yumuşar. Yoksa girip odaya sıkacağım gırtlağını,' dedi."
BMM’den de bu yönde bir karar çıkıp, kendisini soruşturmaya gelen heyet Trabzon’a ayak bastığında, Yahya Kâhya Yomra’ya kaçarak ortadan kaybolmuştu. Sami Sabit, gidebileceği her yere baskınlar düzenlemeye başlamıştı. Saklandığı yerden Cabbar’a bir haber göndererek Maria Suphi’yi Nemlizade Ragıp’a teslim etmesini istemişti. Bir akşamüstü sahildeki evden alınan Maria Suphi, Trabzon’un içinde bir köşke götürülüp Ragıp Nemlizade’ye teslim edildi..."
"Nemlizade Ragıp’ın öldüğü haberi gelince, konaktan gelen istekle Maria Suphi’yi yeniden alıp Çömlekçi sahilindeki evine getirmişti. Ancak eşi Asiye Hanım’ın karşı koyuşları sonunda ondan kurtulmanın yollarını aramış ve sonunda birçok işlerini gören Rizeli kabadayılardan birkaç kişiyi çağırarak, “Bu size benim hediyem, alın götürün, etiyle kemiğiyle size ait. Tek bir şartım var, devamlı kilit altında tutulacak. Kaçmaya çalışmasına izin vermeyeceksiniz. Baktınız ki canınızı sıkıyor, basın dayağı. Olmadı, çekin silahınızı vurun gitsin,” demişti."
Yerden kaldırılan Maria can çekişiyordu. Yüzüne tatlı bir tebessüm yerleşmişti. Evden çıkarılırken, “Ka, kalinka ma...” diye hırıltılı bir ses duyuldu. Sonra kolları yana doğru düştü... Haydutlar tarafından kesilen saçları ve tüm bedeni kan içindeydi. Onu yolun altına kadar taşıdılar. Yağan yağmur altında bir kayığa bindirdiler. Ayaklarına taş bağlayarak Karadeniz’in serin sularına attılar. Ölü bedeni bir süre suyun üstünde kaldı. Haydutlar kayığın kürekleriyle onu denizin içlerine doğru ittiler. Anadolu topraklarında Komsomolka olup köy köy dolaşmak isteyen Maria’nın bütün acıları sona ermişti. Geride bedeninden akan kanların izini bırakarak, yoldaşlarının peşinden o da Karadeniz’in uçsuz bucaksız sularına gömülmüştü..."
Kaynak:
Zerrin Özalp Öztarhan
Okuyucu paylaşımlarından...
19 Haziran 2022
Başlık: Trabzon'dan esintiler...