Kral Aslanın Canı Sıkılınca...

Kral Aslanın Canı Sıkılınca...

kral aslanın canı sıkılınca... ve daha da önemlisi, canı sıkıldığında yapacak kayda değer bir şey bulamayınca... orman ahalisinin neler hissedebileceğini tahmin edersiniz değil mi?

işte o gün de aslan kralın canı çok sıkılıyor ve yapacak hiçbir şey de bulamıyordu... aklına tek bir fikir bile gelmiyordu ki... artık ona sıkı bir kükreme bile tat vermiyordu...

kaldı ki... bundan her zaman derin bir haz duyardı... o kükrediğinde ormanda, kendisi dahil hiç kimsede can sıkıntısından eser kalmazdı... hatta bazılarında sıkıldı diye dert edecekleri bir canları bile kalmazdı... durum böyle olunca da... aslan kralın kükremesi gelmiş geçmiş en iyi can sıkıntısı ilacıydı... ama şimdi aslanın hali çok vahimdi... sonunda biraz düşünmeye karar verdi... bunu o kadar uzun bir süredir yapmamıştı ki... yani gerçek anlamda bir düşünme eyleminden söz ediyorum tabii... yoksa, özellikle aslan türü canlıların yaptıkları ve adına garip bir yanılsama sonucu düşünce dedikleri o tuhaf duygulanımlar değil anlatmak istediğim...

her neyse...

aslan kral derin düşüncelere daldı gitti... sonunda birbirini takip eden düşüncelerini bir ucundan yakalamayı başardı... yakaladığı uç ona şöyle diyordu: “neden ben?”

neden aslanlar kral oluyordu da... örneğin bir kokarcanın böyle bir şeyi düşünde bile görme şansı bulunmuyordu?... ya da sincabın?... hadi onlar endamlarından kaybediyorlardı diyelim... ya file ne demeli?... bir kaplana?...

bu nasıl bir işti ve neden böyle uygun görülmüştü? aslan kralın aklından geçenler tam olarak buydu işte... aslında krallığından her hangi bir şikayeti yoktu... olamazdı da... ama küçük oğlu aklına geldiğinde, bunun da sadece kendisine özgü bir düşünce olduğunu anladı... küçük aslan yavrusu, babasının tüm azametine karşın... krallığın tüm haşmetine karşın ve kükremelerin tüm keyfine karşın... kral falan olmak istemiyordu...

aslan kral düşünme olayının tam burasında durdu... ee bulmuştu işte neye sıkıldığını! bu velet canını acaip sıkıyordu son günlerde... kral olmak istemiyormuş!... bunu söylemesi bile garipti doğrusu... hem de babasına... hem de orman genel kurulu toplandığında ve hem de hepsi anlamsız bir şekilde sessiz sedasız yavru aslanı dinlerken... yavru aslanın birileri tarafından anlamlı bir şekilde dinlenmesi görülmüş şey değildi... bu çocuğun ancak babasının yanındayken ve yine sıkı bir kükreme sonucu dinlendiğini herkes bilirdi... belki de tek başına bu dinlenmeme olayı bile, minik yavrunun kral olmak istememesine haklı bir neden oluşturuyordu... ama başka ne seçeneği vardı ki... başka bir yavru aslan yoktu ve istese de istemese de bu velet bir gün kral olacaktı...

iyi de... nasıl olacaktı?... yani tamam, çocuğun şeklen kral olması gayet kolay olurdu da... bu kafayla gittiği takdirde gerçek bir kral olması nasıl olurdu acaba?... kral aslan düşünmesine zorunlu bir ara verdi... zorunluydu çünkü minik yavrusu yanına geliyordu... “hey tanrım! şunun yürüyüşüne bak!...” diye geçirdi içinden... zaten ne zaman onu yürürken görse... aynı şeyi geçirirdi aklından... hatta son zamanlarda otururken, bir şeyler yerken ve tavşan ailesinin gereksizce çoğalan yavrularıyla oynarken gördüğünde de böyle bir şeyler düşünür olmuştu... bir aslanın tavşan yavrularıyla oynaması olacak şey miydi yani?

minik aslan gelip de babasının karşısında durduğunda, kral aslan sıkıntıyla iç geçirdi... bu iç geçirişte biraz hüzün ve biraz da kızgınlık vardı tabii...

“neredeydin?...” diye sordu oğluna... cevabını duymak hoşuna gitmeyecekti ama sordu yine de... “oyun oynuyordum...” dedi oğlu... “ne oynuyordun?...” diye soracaktı... vazgeçti anında... “kiminle?...” sorusu daha bir önemliydi çünkü... şimdi kalkıp yine tavşanlarla diyecekti bu çocuk!... dedi de... kral aslanın sabrı taşmak üzereydi... “bak evladım...” dedi... “beni iyi dinle!...”

“dinliyorum...” dedi çocuk... zaten hep dinliyorum diye geçirdi içinden ama... demedi bir şey...

“bir aslan... hem de kral olacak bir aslan... tavşan yavrularıyla oynamaz!...” dedi...

“neden?...” diye sinir bozucu bir cevap aldı...

“çünkü...” dedi... “çünkü, aslan aslandır... yırtıcıdır... azametli ve korkutucudur... tavşan ise... tavşandır be çocuğum... ot falan yer... bulursa havuç yer... aslanlar tavşan yer ama... tavşan aslan yemez...” nasıl bu kadar saçmalayabiliyordu?... nasıl?... bu çocuk ne hallere düşürmüştü koca kralı... can sıkıntısı katlandı... katlandı... sonunda feci bir kükremeye dönüştü... son duyduğu şu olmuştu çünkü: “baba... ben tavşan yemek istemiyorum...”

“ne istiyorsun lan sen o zaman?”

“şu ormanda kim varsa... kim benimle oynak istiyorsa... hepsiyle... ama hepsiyle arkadaş olmak istiyorum ben...”

“arkadaş mı?... nasıl yani evlatcım?” kral aslan aslında bu soruyu sormazdı... başka bir soru da sormazdı ama.... oğlu amma uzun konuşmuştu yahu!... öyle şaşırmıştı ki... devam etmek istedi birden...

“yani baba... bak şimdi, eğer ben kral olursam... bütün orman ahalisi benden korkacak... tıpkı senden ve senin babandan... onun babasından ve yine onun babasından...”

“yeteer!!!...” diye kükredi babası.

“tamam.... yani korkacaklar işte... ama ben kral falan olmazsam... kimseleri yemezsem... hepsiyle arkadaş olabilirim pekala...”

“ee diyelim ki oldun...” dedi aslan yutkunarak... “kim kral olacak o zaman ?... kim yönetecek bu sürüyü?...” ve ekledi az bi soluklanıp: “sen bunların topuyla arkadaş olduğunda krallık yapamazsın çünkü benim aklı evvel çocuğum...”

“tamam işte baba!... ben de bunun için kral olmak istemiyorum ya...”

“delirtme beni evladım... sen kral olmayınca... sen bütün orman ahalisiyle köşe kapmaca falan oynarken... kim kral olacak diyorum???”

“acaba... acaba diyorum ki baba... yani bunu onlara sorsak?... hı?”

“neyi soracaz onlara?”

“kim yönetsin diye sorsak...”

“kime?... tavşanlara mı?”

“onlara da soralım tabii... ama ben şu ormanda yaşayan kim varsa, hepsine soralım diyorum...”

“aman ne güzel diyorsun!”

“teşekkür ederim babacım...”

“parçalayacam şimdi seni!... bir de teşekkür ediyor!”

“ama... sen de bazen orman genel kuruluna soruyosun bir şeyler...”

“o başka...”

“niye başka?... baykuşun dediğine göre, eskiden kurul murul yokmuş... sadece bir kral varmış... kimseye de bir şey sormazmış...”

“ee tabii... bir zamanlar öyleymiş ama şimdi böyle...”

“şimdi böyleyse... belki sonra da şöyle olur...”

“nasıl olur?”

“şöyle olur... bu ormanı yönetmek isteyenler... hani bizim büyük ağacın oradaki düzlük var ya...”

“eeeee?”

“işte orada toplanırlar...”

“sonra?...”

“sonra... bütün orman ahalisi de toplanır...”

“tavşanlar da?”

“evet... onlar da...”

“sonra ne olur peki?”

“yönetmek isteyenlere bakarlar... bakarlar... ve...”

“veeee?”

“birini seçerler işte...”

eveet... kral aslanın bundan sonrasına nasıl dayandığını... neler söylediğini ya da ne türden bir kükreme biçimini tercih ettiğini bilemiyorum... bildiğim... bizim ormanı yine bir aslan yönetiyor... hem de seçilerek gelen bir aslan... tıpkı küçük aslanın söylediği gibi seçilen bir aslan... ona yine kral sensin diyorlar... ve yine onun canı sıkıldığında... başka kimsenin canı sıkılmıyor...

Ayşegül Engin