Felsefenin Temel İlkeleri - 08
SEKİZİNCİ DERS
MATERYALİST DÜNYA ANLAYIŞI NEDİR?
HENÜZ incelemiş olduğumuz diyalektiği, gerçek alemden —doğa ve toplumdan— ayıracak olursak, hiçbir anlam taşımaz. Almış olduğumuz bütün örnekler bunu göstermiştir. Daha birinci dersimizden başlayarak belirttik ki, diyalektik gerçeğin kendisindedir, onu gerçeğe akıl sokmamıştır. Eğer insan düşüncesi diyalektik ise, bu, kendisinden önce gerçeğin diyalektik olmasındandır. Diyalektik, gerçek alemin diyalektiğidir. Bunun içindir ki, marksist teoride yöntem diyalektik olunca, dünya anlayışı da materyalisttir. Şimdi açıklamaya çalıştığımız işte bu “dünya anlayışı”dır.
1. “MATERYALİZM” SÖZCÜĞÜNÜN İKİ ANLAMI
İlkin bir büyük karışıklığa karşı kendimizi korumalıyız. Marksist felsefe materyalisttir. Materyalist olmasıdır ki, bu felsefenin ortaya çıkışından beri marksizmin sınıf düşmanlarının sayısız saldırı ve karaçalmalarına uğramasına yolaçmıştır. Aynı saldırı ve karaçalmalar, daha antikçağda, genel anlamında materyalizme karşı da yöneltilmiştir. Bu karaçalma ve saldırılar, esas olarak “materyalizm” sözcüğünün anlamının kaba bir şekilde bozulmasından ibarettir; materyalizm sözcüğünün doğru felsefi anlamı, gizlenir, örtülür, onu gözden düşürmek, değersizleştirmek için niteliğine “ahlaki” bir anlam yakıştırılır.
Böylece onlara bakarsanız, “materyalizm” ahlaksızlık, sınırsız, frenlenmemiş bir zevk arzusu, insan ufkunun yalnızca maddi gereksinmelerle sınırlandırılması demektir. Bu karaçalma, yeni bir karaçalma değil. Eskiden de kilise tarafından, mutluluk hakkını ve bu mutluluğun gerçekleşmiş olması için insan doğasının asil gereksinmelerinin doyurulması gereğini tanıyan Epiküros felsefe okuluna karşı da kullanılmıştı. Papazlık geleneği ve daha sonra üniversiteci gelenek, yüzyıllar boyunca epikürosçu felsefeyi bilerek çarpıttı. Sonuçta materyalistler de “Epiküros ordusunun sefihleri” oluyordu.
Gerçekte, sözcük yalnızca bu anlamda alınmak istense bile, o, Gabriel Péri’ye, Georges Politzer’e, Pierre Timbaud’ya ya da Beloyannis’e değil, devrimci proletaryaya değil, tastamam burjuvazinin kendisine, kendi bolluk, gönenç ve zevklerini, sömürülenlerin yoksulluğu üzerine kuran sömürücü sınıfa yaraşır.
Engels, bu karaçalmayı kendi sahiplerine geri çevirmiştir:
“Gerçek şu ki ... burada, materyalizm sözcüğüne karşı darkafalı burjuvaların önyargısına, kökenini köy papazlarının eski karaçalmalarından alan bu önyargıya bağışlanmaz bir ödün verilmektedir. Darkafalı, materyalizm dendiği zaman pisboğazlık, ayyaşlık, arsızlık, ten zevkleri ile şatafatlı bir yaşam sürdürmeyi, açgözlülük, cimrilik, doymak bilmezlik, çıkar peşinde koşmayı, ve borsa oyunlarını ve kendisinin gizliden gizliye kölesi olduğu bütün bu iğrenç kusurları anlar.”
Materyalizm sözcüğünün öz anlamı, doğru anlamı, onun felsefi anlamıdır. Bu anlamda materyalizm, bir dünya anlayışıdır, yani belli ilkelerden hareket ederek doğa görüngülerini ve bunun doğal sonucu olarak toplumsal yaşamın görüngülerini anlama ve yorumlama tarzıdır. Bu “dünya görüşü”, her durumda ve koşulda uygalanan çeşitli bilimlerin temelidir. Her çeşit bilimsel çalışmalara sağlam bir temel, kısaca teori denen şeyi sağlayarak, evrenin genel bir açıklamasını oluşturur.
Bu dersin konusu materyalist teorinin temelinin ne olduğunu genel olarak belirlemektir.
2. MADDE VE RUH
Her şeyden önce “materyalizm” (“maddecilik”) sözünün türetildiği “madde” ile ne anlaşıldığını kesin olarak belirtmemiz gerekir.
Dünya, yani doğa ve toplum, sonsuz derecede çok, sonsuz derecede çeşitli ve sayısız yönler taşıyan görüngüler gösterir. Bununla birlikte görüngülerin çeşitli yönleri arasında yapılabilecek bütün ayrımlar arasında bütün ötekilerden daha önemli olan ve önceden bir bilimsel inceleme yapmaksızın kavranabilen bir yön vardır.
Herkes bilir ki, gerçekten de, gerçekte görebildiğimiz, dokunabildiğimiz, ölçebildiğimiz ve maddi denilen şeyler vardır. Öte yandan fikirlerimiz, duygularımız, isteklerimiz, anılarımız vb. gibi, ne görebildiğimiz, ne dokunabildiğimiz ve ne de ölçebildiğimiz, ama ötekilerden daha az varolmayan şeyler de vardir: bunların maddi olmadıklarını anlatmak için (sayfa 159) bunların düşüncel (idéal) oldukları söylenir. Böylece varolan her şeyi, iki alana paylaştırıyoruz: maddi (matériel) ya da düşüncel (idéal). Daha diyalektik bir biçimde de söylenebilir, ve gerçek, bir maddi yön ve bir de düşüncel yön sunar denebilir. Bir heykele biçim verecek olan bir heykelcinin fikri ile, bitmiş, tamamlanmış heykel arasındaki farkı herkes anlar. Gene herkes anlar ki, başka bir kişinin bu heykeli görmeden önce bu heykel hakkında bir fikri olamayacaktır. Bununla birlikte fikirler dil aracıllığıyla aktarılabilirler: böylece, bu heykeli görmemiş olan kişi, eğer heykelci ona ne yapmak istediğini, örneğin Henri Martin’in bir büstünü yapmak istediğini anlatırsa, heykel hakkında bir fikre sahip olabilecektir. Böylece maddi dünya, bize bu maddi dünyayı tasarımlayan, “tasarımlar”ımız dediğimiz düşüncel bir dünya ile bir bakıma ikilenmiştir.
Toplumsal yaşam alanında da, maddi yön ile düşüncel yönü birbirine karıştırmaya izin verilmez. Bunun gibi, sosyalist üretim tarzı, üretim araçlarının sosyalist mülkiyeti, Sovyetler Birliği’nde sözgötürmez bir gerçektir. Bununla birlikte SFİO yöneticilerinin yanılttığı bir emekçinin bunlar hakkında sahip olduğu fikir, onun ilkesini bilen bir komünist militanın sahip olduğu fikirle hiç de aynı değildir. İşte burada da gene, bir yanda gerçek, öte yanda da bu gerçek hakkında sahip olunan “tasanmlar” var.
Bu köklü ayrım, toplumların gelişmesinin belirli bir evresinde, bilim adına layık bilimlerin doğuşundan çok önce, yalnızca kendi fikirlerinin gücüyle, evrenin aslına uygun tutarlı bir tablosunu çizmeye çalışmış insanların hiçbirinin gözünden kaçmadı.
Bunun içindir ki, maddenin yanına başka bir ilke, ruh (esprit) koymaya gidildi. Bu sözcük, genel olarak bütün maddi olmayan şeyler alanını, yani bizim düşüncemizin olaylarından başka imgelemimizin ürünlerini, düşlerimizdekiler gibi imgesel varlıkları belirtiyordu. Böylece ruhlara inanma, bir ruhlar dünyasının varlığına inanma ve ensonu dinlerin tanrı dedikleri bir üstün ruh fikri oluştu.
Görüyoruz ki, maddenin ve ruhun ayrımı büyük bir önem taşıyor. Bunu, kendini gösterdiği bütün biçimlerde bulup tanımayı bilmek gerekir. Örneğin, bunu, dinlerin, can ile beden arasında yaptıkları ayrımda buluyoruz. Bazan, “madde” ve “ruh” ifadeleri kullanmak yerine, “varlık” ve “düşünce”den sözedilir, ya da “doğa” ve “bilinç” karşı karşıya getirilir — ama bu ayrım hep aynıdır.
3. FELSEFENİN TEMEL SORUNU
Bundan önceki tahlil, bilimlerin çağcıl gelişmesiyle hiç de aşılmış değildir. Gerçeğin maddi yönü ile düşüncel yönü arasındaki ayrım bütün bilim adamlarının iyi bir felsefi formasyon edinmeleri için gereklidir de: bilim adamı, madde ile kendisinin maddeden edindiği fikir arasında ayrım yapabilmelidir; aynı şekilde, militan, kendi arzuları ile gerçek olarak olanaklı olan arasında ayrım yapmasını bilmelidir.
Bununla birlikte, filozofların kendileri de, ilk bakışta, bu iki temel ilkenin, felsefenin en genel bilgileri, kavramları olduklarını açıkça göremediler. Ancak yavaş yavaş insan bilgilerinin gelişmesi sırasında bunun bilincine vardılar. Bunları kesin ve açık olarak ortaya çıkarmayı büyük Fransız filozofu Descartes (1596-1650) başarmıştır. Bununla birlikte, bugün bile, burjuva üniversiteden nice filozoflar, bütün inceliği ve yalınlığı içinde bu temel ayrımı ve bizi ulaştırdığı sonuçları bir türlü kavrayamamaktadırlar. Böyleleri, bu bakımdan, marksizm okulunda yetişmiş bir işçi militandan daha geri durumdarırlar.
Bütünü içinde dünyanın, son tahlilde, iki ilkeyle, yalnızca iki ilkeyle açıklandığı açıkça görülür görülmez, kaçınılmaz olarak felsefenin temel sorunlarıyla karşı karşıya gelinir. Şu halde denebilir ki, burjuva üniversite “filozofları”nın çoğu, felsefenin temel sorununun yanına bile yaklaşmamışlardır. Hatta onu dikkate almayı bile reddederler, bu sorunun kendilerine açıkça sorulmasını yasaklarlar.
Bununla birlikte, şunu gözönünde bulundurmak gerekir (sayfa 161) ki, bütün felsefe tarihi çeşitli biçimlerde ifadelendirilen bu temel sorun çevresinde toplanan uzun tartışmalardan başka bir şey değildir. Başka başka biçimlerde formüle edilen bu temel sorun, dönüp dolaşıp şuraya gelir: kısacası, dünyayı açıklamak için iki ilke, yalnızca iki ilke olduğu doğru ise, bu iki ilkeden hangisi ötekini açıklar? Hangisi daha temel ilkedir? Birinci olan hangisidir, ötekinden türeyen hangisidir? Başı sonu olmayan,sonsuz olan ve bu yüzden de ötekini yaratan hangisidir?
İşte felsefenin temel sorunu budur.
Böyle bir soranun, soruyu ne şekilde sorarsak soralım, ancak olanaklı iki yanıtı olabilir.
Ya madde (varlık, doğa) başı sonu olmayan, sonsuz ilk’tir, — ve ruh (düşünce, bilinç) bundan türemiştir.
Ya da ruh (düşünce, bilinç) başı sonu olmayan, sonsuz ilk’tir, — ve madde (varlık, doğa) bundan türemiştir.
İşte birinci yanıt, felsefi materyalizmin temelini oluşturur.
İkinciye gelince, bu, şu ya da bu biçimde, felsefi idealizm’den gelen bütün öğretilerde bulunur.
Bu iki felsefi tutum —her ne kadar kendi bünyelerinde tutarlı olan yalnızca bu felsefelerse de— taban tabana birbirine karşıdırlar.
4. “İDEALİZM” SÖZCÜĞÜNÜN İKİ ANLAMI
Daha fazla ilerlemeden””idealizm” sözcüğünün felsefi anlamının yerine, kasıtlı olarak “ahlaki” bir anlam koyan materyalizm düşmanlarının kurduğu bir tuzaktan sakınmamız gerekir.
Ahlaki anlamda bir ideal , bencil, dar perspektiflere, küçüklüklere vb. karşılık olarak yüksek, soylu, yüce bir amaçtır.Ve bazan “idealist” sözcüğü, uygun olmayarak kendisini bir davaya adayan, gerçekleşecek ya da gerçekleşmeyecek bir fikre feda eden insanı belirtmek için kullanılır. Materyalizmin düşmanları, dünyayı maddeden önce gelen bir ruh ile açıkladıkları için, pratikte de, yalnız onların kendilerini bir fikre adayabileceklerine, yalnız onların bir ideale sahip olabileceklerine, sade insanları inandırmak isterlerdi elbette. Güzel bir safsata ömeği.
Gerçek bambaşkadır. Felsefi idealizm, fikir kurbanlarını esinleyebilmekte tek felsefe olmak şöyle dursun, genel olarak en canice işlere kılıf ödevi görür. Devrimci proletanyanın zaferinin, “zevk eğilimi”nin, “fedakarlık eğilimi”ne üstün gelmesi demek olacağı karaçalması, “devrimci barbarlığa” karşı savaştıklarını iddia eden Oradour katillerininkinden olduğu gibi, hain Pétain’in dilinden de düşmüyordu.
Materyalistlere gelince, onlar, dediğimiz gibi, fikirlerin varlığını hiçbir zaman yadsımazlar, onların fikirlere verdikleri önemli rolü de göreceğiz. Pratikte, bir işçi ideali olduğu açıktır. Devrimci proleterlerin bir ideali vardır: sosyalizm. Bu ideal, en yüksek, en güç bir ideal de olsa, en çıkarsız bir idealdir, çünkü, insanın öteki dünyadaki kişisel “kurtuluş” umudunun bu idealde hiçbir payı yoktur.
Bu, hiç de ufkunu iğrenç kapitalist gerçeğin ötesine genişletince mutlaka idealist olunması gerektiğini söyleyenlerin iddia ettikleri gibi, bu devrimcilerin “idealist” ya da “feragat sahibi hıristiyanlar” olduklarını göstermez. Üstelik bu, durmadan sözü edilen ama gerçekleştirmek için hiçbir zaman hiçbir şeyin yapılmadığı bir düşün sözkonusu olduğunu da göstermez. Devrimci proleterler gerçekleştirmeye niyetli oldukları bir ideale sahip bulunmaktadırlar ve bu gerçekleştirme, onu ütopyadan olduğu kadar ikiyüzlülükten de koruyan materyalist bir dünya anlayışına dayanır.
İdeal üstüne söylenen şatafatlı sözleri, emekçilere kabul ettirdiği sömürünün üstüne örtmeye çalıştığı asma yapraklarından başka bir şey olmayan “idealist” burjuvaziyi, Engels, bütün çıplaklığıyla ortaya koyar:
“... [darkafalı burjuva], idealizm sözcüğünden ise, başkaları önünde göklere çıkardığı, ama kendisi, ancak her zamanki ‘materyalist’ aşırılıklarının zorunlu sonucu olan sıkıntı dönemlerini ya da bunalımları atlatması sözkonusu olduğu (sayfa 163) sürece, inandığı erdeme, insanlığa ve genellikle ‘daha iyi bir dünya’ya imanı anlar ve durmadan pek sevdiği şu nakaratı yineler: ‘İnsan dediğin de nedir ki? Yarı-hayvan yarı-melek!”
5. MATERYALİZM VE İDEALİZM TEORİDE OLDUĞU KADAR PRATİKTE DE BİRBİRLERİNE KARŞIDIRLAR
Şimdi, gene, felsefenin temel sorusuna verilen iki yanıta dönebiliriz.
Şurası açıktır ki, bu iki yanıt mutlak şekilde birbirleriyle bağdaşmaz yanıtlardır ve bunlar içinde ancak bir tanesi doğru olabilir. Neden insanlar ilk bakışta doğru yanıtın hangisi olduğunu bilemediler? Bunu daha sonra idealizmin kaynakları konusunda göreceğiz.
Şimdilik, materyalizm ile idealizm kesin olarak birbirleriyle bağdaşmadıklarına, biri diğerini uzaklaştırdığına, ve yalnız bir tek doğru yanıt olabileceğine göre, bir çelişki karşısında bulunduğumuzu görmekle yetinelim. İdealizm ile materyalizm bir birlik oluştururlar, iki karşıt gibi ayrılmaz bir şekilde birbirlerine bağlıdırlar. Materyalizmin her ilerlemesi, idealizme indirilmiş bir darbedir. Ve tersine, materyalizmden her uzaklaşma, idealizmin bir ilerlemesidir. Bu karşıtların birliği, materyalizm ile idealizm arasındaki savaşımın kaçınılmaz olduğu, idealizm ile materyalizm arasında hiçbir sentez, hiçbir uzlaşma olamayacağı anlamına gelir. (Bkz: beşinci ders, 3. kesim, c. ve yedinci ders, 5. kesim.)
Bu nokta önemlidir, çünkü marksizmi bozmaya, olduğundan başka göstermeye çalışan bazı idealist filozoflar, diyalektik materyalizmin, marksizm-idealizm karşıtlığının bir sentezi, bir aşılması olacağını iddia ediyorlar. Böyle bir “sentez”,gerçekte idealist metaın bir kılık değiştirmesinden başka bir şey değildir.
Marx’ın, diyalektik materyalizmin, materyalizm ile idealizm arasındaki eski çatışmayı artık günün konusu olmaktan çıkardığını yazdığı doğrudur. O, bununla, diyalektik materyalizmin bu bin yıllık tartışmayı kesin olarak materyalizmin lehine sonuçlandırma olanağını sağladığını, çünkü materyalizmin adamakıllı geliştiğini ve idealizmi onulmaz bir yenilgiye uğrattığını söylemek istiyordu.
Şu halde, demek ki, diyalektik okurken gördüğümüz gibi “uzlaşma”yla, “sentez”le değil, idealizme karşı savaşımla bu çelişki çözülebilir.
Bu teorik savaşımın büyük bir pratik önemi vardır. Birbirine karşıt iki dünya anlayışı, gerçekte pratikte birbirine karşıt iki tutuma komuta ederler.
Bir yıldırım tehlikesi, iki şekilde uzaklaştırılmaya çalışılır. Ya paratoner kurularak, ya da tanrıya yakarıp, mum yakarak. Birinci yöntem, yıldırımın belirli maddi nedenleri olan maddi bir olay olduğu ve bunun sonuçlarından da, bilimsel bilginin ve tekniğin bize sağladığı yollarla sakınılabileceği fikrinden hareket eder. İkinci yöntem, yıldırımın her şeyden önce doğaüstü bir nedeni olan, tanrısal öfkenin ve tanrı kudretinin bir işareti olduğu ve bundan ötürü de mum yakma ve dua gibi sihirli, büyülü çarelere başvurarak insan ruhunun tanrının ruhu üzerindeki etkisinin savuşturulmaya çalışılması fikrinden hareket eder. Böylece gördüğümüz gibi, olayların nedenlerini anlayış tarzı, kaçınılmaz olarak, farklı pratik yollarla, birinci durumda materyalist ikinci durumda idealist yollara başvurmaya götürür — ve pratik sonuçları da farklı olur!
Teoriye muhalefetin daha başka pratik sonuçları da vardır: paratoner kullanımı yaygınlaştıkça daha az mum yakıldığını ve duadan da vazgeçildiğini anlamak güç bir şey değildir ve elbette ki, bunun sonucu olarak saygınlığının azaldığını gören kilise, bilimin ilerlemesine, insanların saflığının, kolay inanırlığının azalmasına kötü bir gözle bakıyordu.
Toplumsal yaşamın olayları sözkonusu olduğu zaman da, bu engelleme daha az gerçek değildir. Rabelais, Picrochole’un Savaşı bölümünde, iki tutumun belagatli bir tablosunu bıraktı bize. Saldırgan Picrochole, yağma etmeye niyetlendiği manastıra saldırdığı zaman, keşişlerin çoğu mihrap dairesine kapanıyor ve ruhlarını tanrıya emanet ediyorlar; yalnız Jean des Entommeurs birader eline geçirdiği sağlam bir sopayla, o zamana kadar meyve bahçelerini tahrip etmiş olan Picrochole’un tutma askerlerine kıyasıya vurarak onları kapı dışarı ediyor; bununla, bir saldırgandan kurtulmak için karşı koymanın dua etmekten daha çok işe yaradığını gösteriyor.
Bunun gibi, nazi saldırısına karşı Ulusal Direniş hareketi sırasında, katolikler, işgalcilere karşı çeşitli savaşım biçimlerine katıldılar. İdealist felsefelerden yana olanların yaşamda, materyalistçe davranmaları da genel bir olgudur.
İdealizmin pratik tehlikeleri burada kendini gösterir. Rabelais’nin keşişlerinin idealizmi, pratikte, saldırgana alanı boş bırakmak sonucuna varır. Aynı şekilde, savaşa karşı somut eylemi reddeden ve genel olarak emperyalistlerin ve özel olarak Hitler’in “iyi niyet”ine inanırmış gibi görünen pasifistlerin idealizmi, pratik olarak, nazilere yardım ediyor ve 1939’da “ölmektense kölelik” sloganına arka çıkıyordu.
Aynı şekilde, bugün, savaşın kaçınılmaz olduğu ve ona insanlığın günahlarının tanrı tarafından verilmiş bir cezası gibi boyun eğmek, tevekkül göstermek gerektiği yolundaki idealist anlayış, hâlâ birçok hıristiyanı barış uğruna savaşımdan uzak tutmaktadır.
Mademki idealizm, insanı (eski idealisi kurala: “Kötüye karşı koymamalı” kuralına uygun olarak) böyle savaş kundakçılarına ve genel olarak sömürücü sınıflara alet olan tutumlara götürüyor, sömürücü sınıfların, tarih boyunca, idealizmi, halk yığınları içinde isteklendirmek, geliştirmek ve desteklemek için bütün elverişli önlemleri almalarını anlamak hiç de güç değildir. 1940’ta mezarci Paul Reynaud’nun Fransa’yı korumasi için tanrıya yakarmak üzere büyük bir gösterişle Notre Dame kilisesine gittiğini herkes anımsar.
Genel olarak her ne pahasına olursa olsun, şeylerin, kendileri yararına olan durumunu sürdürmeye kararlı olan (sayfa 166) sömürücü sınıfların, bu durumun bir “yüce irade”nin cisimleşmesi olduğunu, ya da “evrensel akıl”ı temsil ettiğini vb. öğretmekte; yığınlara tevekkül telkin eden idealizmi yaymakta çıkarları vardır.
Görülüyor ki, her zaman idealist görüşleri tanıyabilmenin ve felsefi materyalizmi okuyup öğrenmenin çok büyük bir pratik önemi vardır.
6. MARKSİST FELSEFİ MATERYALİZM ÜÇ TEMEL ÇİZGİ İLE AYIRDEDİLİR
Dünya anlayışı olarak felsefi materyalizm, tarihsel bakımdan marksizmden öncedir. Nitekim göreceğiz ki, materyalizm, dünyayı, ona yabancı hiçbir şey katmaksızın olduğu gibi ele almaktan başka bir şey değildir. Daha çok zaman önce, gereksinmelerinin tatmini, kendisini, etkili teknik araçlarla doğaya egemen olmaya zorladığı ölçüde insan, dünyayı, doğayı bu şekilde ele almak zorunluluğunu duymuştu. İlerici, yükselen sınıflar, tarih boyunca, materyalist düşünceyi böylece isteklendirdiler. Çünkü bir yandan, onların geleceği, teknik ve bilimin ilerlemesine bağlıydı; öte yandan da kendilerinin savaşım verdikleri şeylerin eski düzeninin, tanrının iradesinin cisimleşmesi olduğu fikriyle savaşıyorlardi. Onlar, insanı, kendi emeğiyle, çalışmasıyla, maddeyi, doğayı değiştirdiğine bakarak, eylemiyle de kendi talihini iyileştirebileceğini sezinliyorlardı.
Burada materyalizmin tarihini inceleyemeyiz. Materyalist felsefenin büyük çağları, en başta, o çağda çok gelişmiş olan tacirler sınıfıyla Yunan antikçağı; devrimci burjuvazisiyle Fransız 18. yüzyılı; ensonu, devrimci proletaryanın desteğiyle, ve özellikle bu sınıfın iktidarı elegeçirmiş olduğu Sovyetler Birliği’ndeki desteğiyle 19. yüzyılın ortalarından beri içinde bulunduğumuz çağ oldu.
Son dönemin materyalizmini, tamamlanmış biçimiyle (sayfa 167) materyalizmi temsil eden marksist felsefi materyalizmi ayrıntalarıyla inceleyeceğiz. Başka iki dersimizde de, materyalizmin, neden, özellikle 19. yüzyılın ortalarına doğru kurucuları Marx ve Engels’in dahice çalışmalarında, tamamlanmış, eksiksiz biçimini aldığını göreceğiz.
Ayrıca, marksizm-öncesi materyalizmin sistematik ve tutarlı bir şekilde diyalektik olmadığını, bunun için de, gerçeği bütün özellikleriyle yansıtamadığını ve neden tamamlanmış, eksiksiz bir dünya görüşü oluşturamadığını göreceğiz.
Bu bakımdan felsefi marksist materyalizmi, kendisinden önceki bütün materyalist doktrinlerden köklü bir şekilde ayırmak önemlidir, ve bunun için de önümüzdeki derslerde felsefi marksist materyalizmin temel çizgilerini inceleyeceğiz.
Bunlar felsefi idealizmin bellibaşlı biçimlerine kesin olarak karşı bulunan üç çizgidir.
1. Dünya maddi yapıdadır.
2. Madde ilk veridir, bilinç ikinci veridir, türevdir.
3. Dünya ve onun yasaları eksiksiz bilinebilir.
Bu noktaların her birini inceleyerek, materyalizmin incelenmesini idealizme karşı savaşıma bağlayacağız ve materyalizmin toplum yaşamı alanındaki sonuçlarını nitelendireceğiz.
Felsefenin Temel İlkeleri - 08
George Politzer